Yenice, bereketli toprakları ve sade yaşamıyla bilinen bir Anadolu kasabasıydı. Ekonomisi büyük ölçüde toprağa dayalı olan bu kasabada, insanlar genellikle tarımla geçinir, günlerini toprakla haşır neşir olarak geçirirlerdi. Tarım, Yenice’nin hem ekonomik hem de sosyal yapısının temel taşlarından biriydi. Ancak burada tarım, sadece basit bir geçim kaynağı değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin de merkezindeydi. Kasabada “elçilik” olarak bilinen bir sistem vardı. Elçilik, tarım işçileri yani ırgatlar ile toprak sahipleri arasındaki iletişimi ve işbirliğini sağlayan kişiyi tanımlardı. Bu kişiler, tarlalarda çalışacak işçileri koordine eder, işlerin düzgün bir şekilde yürümesini sağlardı. İşçilerin sabahın erken saatlerinde tarlalara gitmesi, toprakla olan bağlarını derinleştirir, kasabanın sosyal dokusunu da şekillendirirdi.
Ben de bu topraklara bağlı kasabanın bir çocuğuydum. Henüz çocukken bile çevremdeki adaletsizlikleri ve sosyal eşitsizlikleri fark eder, bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünürdüm. Fakirlik ve yokluk, kasabamızda yaşayan hemen herkesin ortak kaderiydi. Ancak, bu zor yaşam koşulları bile, bizleri daha adil bir dünyanın mümkün olduğuna inanmaktan alıkoymadı. O dönemde Yenice’de güçlü bir sol rüzgar esiyordu; devrimci ve sosyalist düşünceler kasabanın her köşesinde yankılanıyordu.
Bu düşüncelerle büyüyen biz gençler, devrimci ideallerle dolup taşan bir neslin parçasıydık. Kitaplara olan düşkünlüğüm de işte bu dönemde başladı. Kitaplar, sadece yeni dünyaların kapılarını aralamakla kalmıyor, aynı zamanda düşüncelerimi ve dünya görüşümü de şekillendiriyordu. Dönemin devrimci aydınları olan Hüseyin Yıldırım, Muhittin Kiriş ve Ali Bulut gibi isimler, benim gibi gençlere ışık tutuyor, kitaplarıyla bizlere rehberlik ediyorlardı. Özellikle Hüseyin Yıldırım’ın öğretmenliği, kitap sevgisini ve bilgiye olan açlığımızı daha da artırdı. Bu değerli insanlar, kitapları ve bilgileriyle bana büyük katkılar sağladılar. Onların sayesinde, okuma sevgim ve devrimci düşüncelerim daha da güçlendi.
Bu dönemde sadece kitaplardan değil, aynı zamanda kasabanın kırsal alanlarında ve bahçelerinde yapılan eğitim seminerlerinden de çok şey öğrendim. Bu seminerler, biz gençlerin bir araya geldiği, devrimci düşünceler üzerine tartışmalar yaptığı, sınıf bilinci ve emeğin değeri üzerine yoğunlaştığı etkinliklerdi. Marx’ın “Artı Değer Teorisi”, “Sınıf Bilinci” ve “Diyalektik Materyalizm” gibi kavramlar, bu toplantılarda en çok tartışılan konular arasındaydı. Küçük kitapçıklardan okuduklarımızı, bahçelerde yaptığımız bu tartışmalarla derinleştirir, bilgimizi ve bilincimizi geliştirirdik. O günlerde öğrendiğim ve içselleştirdiğim bu felsefi altyapı, hayatım boyunca benimle birlikte oldu ve düşüncelerimi şekillendirdi.
Ancak, 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle her şey değişti. Darbenin hemen ardından, sol düşüncelere sahip olmak ve devrimci kitaplara sahip çıkmak tehlikeli hale geldi. Yenice’de birçok kişi, korkuyla evlerindeki kitapları yakmak zorunda kaldı. O gün, alevlerin arasında yok olan kitapları izlemek, sanki içimde bir şeylerin yanıp kül olmasına benziyordu. Ama bu trajik olay bile kitaplara olan sevgimi söndürmeye yetmedi.
Annemin teyzesinin oğlu Selahattin Bulut, o dönemde bana geldi ve kitaplarını atmak istemediğini, saklamam gerektiğini söyledi. Onun bu önerisi, kitap sevgimin ne kadar derin olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Kitaplarını gübre naylonuna sarıp bahçemizin yanındaki hayvan sibilinin içine gömdüm. Bu, belki de hayatımda verdiğim en cesur kararlardan biriydi. Selahattin kısa süre sonra tutuklandı ve hapse atıldı. Ancak, kitapların yerini polise söylemeyeceğine dair hiçbir zaman şüphem olmadı. Gerçekten de, yıllar sonra hapisten çıktıktan sonra bile kitapların güvende olduğunu öğrenmek beni derinden etkiledi ve mutlu etti.
Yenice’deki bu zor günler ve kitaplarla olan bu derin bağım, beni hem kişisel olarak hem de ideolojik olarak şekillendirdi. O dönemde öğrendiğim devrimci düşünceler, sosyal adalet arayışı ve emeğin kutsallığına olan inancım, hayatımın her anında benimle birlikte oldu. Bugün 58 yaşındayım, ama hala o günlerin etkisi altındayım. O günlerde edindiğim bilgi ve bilinç, yaşam tarzımın temel taşlarını oluşturdu. Yenice’nin topraklarında başlayan bu hikaye, kitaplara olan sevgimle ve devrimci ideallerimle birleşerek hayatımın merkezine yerleşti.
Kitaplar, bana sadece yeni dünyalar sunmakla kalmadı; aynı zamanda, düşüncelerimi derinleştirdi, duygu ve düşünüş biçimimi şekillendirdi. Bugün, geçmişe dönüp baktığımda, Yenice’nin o tozlu sokaklarında öğrendiğim devrimci fikirlerin ve kitap sevgisinin, hayatımı ne kadar derinlemesine etkilediğini daha iyi anlıyorum. Kitaplar ve devrimci idealler, Yenice’nin topraklarından yükselen bir ses olarak hayatımda yankılanmaya devam ediyor.