Toprakla insan arasındaki bağ çok kadim bir bağdır ve sürdürülebilir olmalıdır. Sürdürülebilir tarım, tarım ekonomisi, bilgi teknolojileri, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir imar planlaması, sürdürülebilir çevre yönetimi, sürdürülebilir ulaşım, kentsel hava kalitesi, toprak ve su kirliliği, kentleşme ve yerelleşme gibi olgular insanoğlunun toprakla olan ilişkisi üzerinden ele alınması gereken konulardır. Toprak hem insanoğlunun beslenmesi için hayati öneme sahiptir, hem de uluslar için bir güç göstergesidir.
Ülkemizdeki kentleşme politikaları ne yazık ki hem kırsal alanları, hem de kentlerdeki yaşamı tehdit etmektedir. TC Anayasası’nın 35. Maddesine göre; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” Nitekim yaşadığımız son büyük depremde de görülmüştür ki, mülkiyet hakkının fütursuzca kullanımı, toplumsal felaketlere yol açmaktadır. Aynı fütursuz kullanım anlayışı, Bodrum’da da tüm doğayı/kenti ve yaşamı ciddi olarak tehdit etmektedir.
Devletin en temel görevlerinden biri, tüm yurttaşlarına sağlıklı yaşam alanlarında nitelikli barınma koşullarını sunmasıdır. Bunun amacı ise yurttaşların can ve mal güvenliğinin sağlanmasıdır. Yönetimler, yurttaşlardan alınan vergilerle güvenlik gerekçesiyle askeri harcama yapabilir, hak ve özgürlükleri askıya alabilir veya güvenlik gerekçesiyle istisna haline karar verip olağanüstü önlemleri hayata geçirebilirler. Peki, yurttaşların barındığı konutların, kentlerin güvenli hale getirilmesi için kamusal bütçe ayrılması söz konusu olduğunda bu yavaşlığı, vurdumduymazlığı nasıl açıklayabiliriz? Devletin verdiği güvenceye dayanarak satın alınan ancak depremden sonra, yıkılan, ağır hasar alan binaların ücreti karşılığında, “cazip” faiz oranlarıyla yeniden inşa edilmesi yöntemi acaba adil mi ?
Hollanda’da, kar amacı gütmeyen kurum ve kuruluşlar tarafından sunulan kiralık sosyal konutların toplam konut stoku içerisindeki payı % 33, toplam kiralık konut stoku içerisindeki payı % 75. Avusturya’da aynı oranlar % 22 ve % 56 oranında olduğu için nitelikli koşullarda barınma hakkı sağlanabiliyorken, ülkemizde denetimsiz, sınırsız kira artış oranlarının yaşanması tesadüf müdür? Bunun sonucu olarak Bodrum’da devlet memurlarının oturmak için kiralık ev bulamamasının çaresizliği kader midir ?
Bakın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, mülkiyeti şöyle tanımlar: “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir”. Ancak yine aynı Kanunun 794. maddesindeki tanıma göre “intifa hakkı”; “taşınırlar, taşınmazlar hatta haklar veya bir mal varlığı üzerinde tesisi mümkün olan ve hak sahibine konusu olan şeyden yararlanma hakkı veren bir irtifak türüdür” biçiminde tanımlanır. Medeni Kanun’da da açıkça görüldüğü gibi “intifa hakkı” olarak tanımlanmış üst kullanım hakkı, özel mülkiyete ait arsalarda kamunun bir çeşit ortaklık kurmasına olanak verir niteliktedir.
Şimdi burada hemen şöyle bir beyin fırtınası yapalım. Acaba kentlerdeki özel mülkiyet üzerinde, kent rantından elde edilen büyük karların sadece belirli bir kesimi zengin etmesi modeli yerine acaba “Kamusal İntifa Hakkı” gibi bir modelle, kısmen kamuya da aktarılması mümkün olabilir mi ? Yani Belediyelerimiz ya da merkezi idare, büyük kamulaştırma maliyetlerine katlanmak yerine, kentlerdeki özel mülkiyete ait belirli büyüklüklerdeki arsalar üzerinde, kent halkının karşılayabileceği ekonomik koşullarda konut üretimi yapsalar ve uzun dönemli kiralama yöntemiyle kullanıma açsalar, elde edilen geliri de özel mülkiyet sahipleriyle bölüşseler ne olur ? Bundan kim zararlı çıkar ? Böyle bir modeli aykırı fikirlerle birlikte tartışsak acaba bir kazancımız olur mu ? Yalnızca mülk satın alabilecek ekonomik koşullara sahip kişilere konut üreten bir kurum olarak TOKİ’nin, yoksul yurttaşlara, güvenli barınma koşullarını sağlayacak kiralık sosyal konut üretme yönünde bir çalışmasına rastladınız mı hiç?
Herkes bilmeli ki ülkemizde nitelikli ve güvenli barınma imkanına erişimin en temel araçlarından biri, kiralık sosyal konut üretimine geçmek ve böylelikle konut sunumunu kontrol altına almak iken % 25 kira artış sınırı koyma gibi kağıt üstünde kalan önlemlerle barınma krizinin çözülemeyeceği açıktır. Bodrum Güçbirliği Derneği olarak sellerde, yangınlarda, depremlerde kayıplar vermediğimiz, herkesin sağlıklı, güvenli alanlarda barınma hakkının tesis edildiği bir yaşam ve bu imkanları sunmak üzere başlatılacak sosyal konut hamlesiyle konut piyasasını düzenleyen, Anayasal görevlerini yerine getiren bir yönetim talep ediyoruz.