Bu yazımızda, toplumsal kuralların nasıl şekillendiğini basit bir dille açıklamaya çalışıp, sözü belediyelere getirip bırakacağız. Bundan sonraki yazılarımızda da en önemli kamu yönetimi birimi olan belediyelerin nasıl sağlıklı bir şekilde topluma hizmet edebileceğine yönelik temel ilkeleri tartışacağız.
Tüm bu değerlendirmeleri elbette siyaset kaygısı ile değil, toplumun bilinçlendirilmesi için yapacağız. Bu satırların sahibinin, bir şehir planlama akademisyeni ve imar hukuku uzmanı olduğunu, 34 yılını akademinin tozlu raflarında değil, arazide harcayarak çok sayıda ve farklı siyasi yelpazede yer alan belediye başkanlarıyla çalıştığını da söyleyelim ki, “sen de kimsin” demeyin.
Hatta mevcut Belediye Başkanımız Ahmet ARAS’ın da ilk iki yılında imar ve planlamadan sorumlu danışmanlığını yaptığını ancak görülen lüzum üzerine bu görevinden ayrıldığını da belirtirsek daha iyi olur sanırım.
Gelelim konumuza.
Hukuk, bir toplumdaki tüm ilişkileri düzenleyen ve devlet gücüyle uyulması zorunlu olan davranış kurallarının oluşturduğu düzendir.
Zaman içinde birbirinden ayrılmış kurallar; hukuk, din ve ahlak kuralları olarak adlandırılmaktadır. Başlangıçta hepsi de inanç biçimlerinden doğmuş olmasına rağmen, sonradan bağımsız türlere ayrılan bu kurallar, bugün itibariyle yaşamımızı şekillendirmektedir.
Uygarlık düzeyi gelişmiş ülkelerde bu kuralların çoğu, zaman içinde temel kurallar olarak toplum bilincine yerleştiği için, bir dolu yazılı hukuk kuralları ihtiyacı ortadan kalkmaktadır.
Örneğin İngiltere’de 1215’de yürürlüğe giren Magna Carta (İngiltere Anayasası) 808 yıldır hala uygulanmaktadır. Bunun en önemli nedeni, 808 yıl önce konmuş temel kuralların toplum bilincine kazınması, toplumun doğal olarak bu kuralları benimsemiş olmasıdır.
Asya ülkelerinin birçoğunda Kıyı Kanunu yoktur. Ama toplumsal bilinç ve hafıza, denizin gel-git yaptığı zamanlarda, karaya en çok yaklaştığı yeri iyi bilir ve bu sınıra belirli bir mesafeye yapı yapmaz. Çünkü kadim bilgiler, denize çok yaklaşıldığında felaketlerin olacağını topluma benimsetmiştir. Zorlasanız da yapmaz ve yaptırmaz. Kara kısmında ise hindistan cevizi ağaçlarının boyunu geçen bir yapı yapmak asla aklına gelmez. Bu durum herhangi bir yazılı kuraldan dolayı değil geçmişten beri böyledir.
Oysa günümüz Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan farklı etnik ve inanç kökenlere sahip toplulukların belleğine kazınan kurallar farklı olduğu için, topyekün bir fikir birliğine varmak uzun zaman almaktadır. Belki bugünkü toplumsal tartışmalarımızın temelinde de bu gerekçe yatıyor olabilir.
Örneğin kimi topluluklarda namus kavramı, bir insanı öldürmeyi gerektirecek nitelikte iken, kimi topluluklardaki inanç biçimi bir başka insanı yok etmeyi mümkün görebilmektedir. Bu nedenle de aynı ülke sınırları içinde yaşayan ancak farklı değerlere sahip toplulukları, aynı hukuk kurallarına inandırmak çok zor olmakta ve zaman almaktadır.
Hukuk kuralları, tüm ülkeyi ve toplumu ilgilendiren temel hususların ana çerçevesinin çizildiği tek bir Anayasa’dan sonra, toplumsal yaşamın her alanı için ayrı ayrı geliştirilen Kanunlardan oluşmaktadır. Medeni Kanun, Deniz Ticareti Kanunu, İmar Kanunu, Ceza Kanunu gibi düzenlemeler, Anayasa’nın çizdiği ana çerçeveye aykırı olmaksızın hukuk kuralları olarak yaşamımızı şekillendirir.
Kanunların gerekli detayları içermediği durumlarda tüzükler, onların da yetersiz kaldığı durumlarda ayrıntılı uygulama kurallarını tanımlayan Yönetmelikler devreye girer. Hatta yönetmeliklerin dahi nasıl uygulanacağını işaret eden genelgeler olur.
Günümüzde birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede, sosyal politikaların uygulanmasında merkezi yönetim yanında yerel yönetimler de önemli sorumluluklar üstlenmektedirler.
Doğal olarak toplumun, yaşadığı yerde ilk gördüğü otorite Belediyelerdir. Günlük ve rutin sağlıklı yaşam koşullarının sağlanması, toplu yaşamanın zorunlu kıldığı kuralların hayata geçmesi ve çağdaş yaşamın gerektirdiği nimetlerden faydalanmanın organizasyonu, bu ilk yönetim kademesinden beklenmektedir.
Haftaya devam ederiz. Pazarınız keyif dolsun..