Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini, aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde,
Sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek…
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem…
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek..
Yapma bunu bana bahar,
Böyle gelme üstüme…!
Bir yazarın bahar karşısındaki mahcup çaresizliği hangimizde yok ki? Oysa mevsimlerin suçu yok. İçimizdeki coşku ve yaşama sevinci bizi ayağa kaldırıyor, aynı yeniden canlanan doğa gibi. Çünkü yorulduk, üzüldük, zorlandık gökyüzüne çizdiğimiz alacakaranlıklarda.
Yeniden canlanmak, dingin bir vücut ve beyinle, Bodrum yarınlarının bilinmezlikleri içinde sağlam durmak için enerjiye gereksinimimiz var. İşte buna “Rekreasyon” diyoruz. Latince “recreatio”, İngilizce “recreate” fiillerinden türetilmiş yabancı bir kelime ama dilimize yerleşmiş artık.
Yeniden canlandırmak, dinlendirmek ve eğlendirmek anlamına gelen bu kelime, özellikle baharın büyülü atmosferinde anlamını buluyor.
Rekreasyonun tanımına bakalım; “İnsanların boş zamanlarında eğlence ve tatmin dürtüleri ile gönüllü olarak katıldıkları bedensel ve ruhsal yorgunluklarını giderici, onlara fiziksel, ruhsal ve yaratıcı güç kazandıran eylemlerdir”.
Dolayısıyla çalışan insanın hakkı ve kendine olan borcudur. “Peki ne zaman yapacağız bu işleri? Hiç zamanımız yok ki” diyorsunuz biliyorum. Ama şunu da biliyor musunuz ki, 1 haftalık yaşamımızın %33’ü uykuda geçerken, %24’ünde çalışıyoruz ve %43’ü de boş zaman…!
Boş zamanı ise; “İş ve yaşamla ilgili zorunlu sorumluluk ve görevler yerine getirildikten sonra arta kalan zamandır” diye tanımlıyoruz.
Buradaki asıl sorun, boş zamanımızı iyi kullanamamamız olmasın sakın? Oysa yeniden canlanan ve içimizdeki coşkuları masmavi gökyüzüne savuran doğanın güzelliklerini yaşamak, kendimizi yenilememizi sağlayacaktır.
Biten bir cep telefonu bataryasının şarj edilişini düşünün. İşte insan da rekreasyonla bu şekilde yeniden canlanıyor.
Bodrum, bu açıdan çok şanslı. Harika bir deniz zaten içimizde, 1 saatlik ulaşım mesafesi içinde de dağlara, göllere, denizlere, ovalara, platolara, ormanlara ulaşmanız mümkün. Ama ne olur rekreasyon ile “mangal, alkol ve et” üçlüsünden oluşan “yorgunlukları” birbirine karıştırmayın.
Siz hiç sarı çiğdemin henüz erimekte olan kar kümelerinin içinden çıkmak için verdiği savaşı izlediniz mi? Ya da rengarenk bir kelebeğin telaşıyla yüz yüze kaldınız mı?
Belki çok duydunuz ama, küçücük bir kanaryanın bestesindeki melodik ritmi içinizde hissetmemiş olabilirsiniz. Hele hele ağaçların yeni açan yemyeşil yapraklarına hiç şiirler astınız mı?
Sofranızda iştahla yediğiniz iri bir levrekle denizin dibinde aniden göz göze geldiniz mi? Ya o göl kenarındaki sazlıkların yanında dursanız? Azıcık kulak kabartırsanız sessizce, bir yaban ördeğinin yavrularına verdiği öğütleri bile duyabilirsiniz.
Hatta Akbelen Ormanındaki Kızılçamların birbirlerine bakarak ağladıklarını ve ağıtlarının güneşin ışıklarına karıştığını da fark etmemiş olabilirsiniz.
Ama lütfen rahatsız etmeyin onları. Çünkü onlar bizi rahatsız etmiyor. Doğanın içindeki o muhteşem dengeyi düşünürseniz eğer, bizim de sadece bir parça olduğumuzu ve diğerleri kadar yaşama hakkımız olduğunu anlayabilirsiniz.
Salıncak kurmak için çatır çatır kırılan yeşil dallar, başka çare yokmuş gibi verimsiz madenleri işletmek için kesilen ormanlar, sadece konuğumuz olmak için gelen ak pelikanlara doğrultulan tüfekler, akşamüstü biriken çöp dağlarının altında kalan kır çiçekleri, alkol şişelerinin kırıklarına basmamak için dans ederek yürüdüğümüz kumsallar…
Hepsi bizden hesap sorar sevgili dostlarım… Ve doğanın faturası öyle ağır olur ki…!
Peki bu keyifleri yaşayacağımız yerler Bodrum’da yeteri kadar var mı ya da planlanmış mı? Bitez’deki “Ali Kelle Ormanı” gibi potansiyel alanlar, her yaştan kent yaşayanının kullanabileceği şekilde düzenlenmiş mi? Yoksa “Bodrum’da kumsallar var, yeter” mi diyorsunuz? Ya da “Bodrum’da zaten her yer yeşil” mi diyorsunuz? O zaman yazının başına dönün ve tekrar okuyun.
Okudunuz mu? Eeee… ne duruyorsunuz ? Vurun kendinizi mevsimlere. Dağlarda sararan çayırlar, sinir sistemini iyileştirdiği ispatlanan Akbelen’deki çam kokuları, neşelenen bülbüllerin ritmik haylazlıkları ve doğanın çığlık çığlığa kovaladığı rüzgarlar sizi bekliyor…
Yarın sabah işinize nasılda heyecanla gittiğinizi fark edeceksiniz. Canlanan ruhunuzla daha sıkı sarılacaksınız işinize. Ve ürkütücü gelmeyecek artık yaşamın zorlukları…
Pazarınıza yeşil dolsun…