Balıkçı’nın yüreğinden tekrar “Merhaba”..
Büyük oğlum yüksek mimar ve arazi geliştirme uzmanı olarak Avustralya’nın Melbourne kentinin bir sahil belediyesinde çalışmakta ve belediyenin gayrimenkullerini yönetmektedir. Birçok özelliğiyle Bodrum’a benzeyen bir yapısı olan kentin yerel yönetim yapısını ve belediyenin planlama çalışmalarını bir başka yazıda genişçe anlatacağım.
Küçük oğlum ise Kanada’nın Montreal kentinde Üniversite eğitimine devam ediyor. İki kardeşin çok sınırlı günlerden oluşan tatilleri nedeniyle topu topu 7-8 günlük birlikteliğimiz, tüm aile için kutsal zamanlardandı kuşkusuz.
Hep derim ya bizim Zalimcan enteresan bir kişiliktir diye. İki oğlumu ikna etmiş ve benden habersiz şahane bir organizasyon yapmışlar. Ailece organize edilen bir tatil nedeniyle geçen haftaki yazımızı yazamayışımız bundandı.
Bana dediler ki; “karşıya geçip 1 hafta geziyoruz”. “Harika, İstanköy’e mi ?” diye sordum. “Hayır Kos’a” dediler. Gülümsedim tabi. Ne bilsin gençler İstanköy’ü.. Onların tarih algısı içinde karşı kıyının adı “Kos”. Derken, zorunlu olarak İstanköy’ün tarihini sorgulamaya başladık. Belki yanılırım diye bu işi Zalimcan’a bıraktım ve sahiden gençlere sağlam bir tarih bilgisi aktardı sağ olsun.
Zalimcan aldı sazı eline; “Anadolu’dan 8 mil uzakta yer alan bir Ege adasıdır. Yunanistan’ın 12 Adalar Vilayeti’ne bağlıdır. 2019 verilerine göre nüfusu 60.500’dür. Adı, Yunan Mitolojisi’ndeki Triopia Kralı’nın kızı Koos’tan geldiği tahmin edilmektedir. Uluslararası kaynaklarda adanın ismi Kos, Cos, Stanco, Stanchio olarak geçer. Meropis ve Nymphsea olarak da bilinir. Karya, Dor, Pers, Roma, Bizans, Venedik, Osmanlı, İtalya ve Birleşik Krallık hakimiyetlerinin görüldüğü ada, 1947 Paris Antlaşması ile Yunanistan’a bırakılmıştır.”
Baktım bizimki Hipokrat’tan girip Hospitalier Şovalyelerinden çıkacak, “tamam dedim, gerisi adaya geçince yerinde incelemelerle anlaşılsın”. Velhasıl geçtik Ege’nin karşı kıyısına.
Yaşadığımız her gün, Bodrum ile İstanköy arasındaki karşılaştırmalarla karşı karşıya kaldım. Her karşılaştırmaya bir mazeret bulduysam da yüzüm asılmakla birlikte salvoları siyaset söylemleriyle iyi savuşturduğumu zannediyorum. Dönüşte bana “yemedik ama sen üzülme diye sesimizi çıkarmadık” dediler.
Evet.. Karşı kıyıda yollar tertemiz, trafik karmaşası yok, insanlar çok saygılı, yerli halk turizmi içselleştirmiş, ulaşılması zor olan sahillerde dahi kirlilik yok (çünkü devasa oteller yok), köylerin en ücra köşelerine bile gitseniz evler ve diğer yapılar çok bakımlı, tarihi ve kültürel zenginlikler göze sokarcasına korunmakta. 2017’deki büyük depremde ciddi zarar gören Merkezdeki Osmanlı’dan kalan Defterdar Camii bile özenle restore ediliyor.
Tüm bunlar iyi ama bir Bodrum değil. Çünkü Bodrum Karya’nın başkenti, sahip olduğu doğal, tarihi güzellikleriyle bir Dünya markası. Çünkü Bodrum benim, bizim. Ve ben biliyorum ki Bodrum, bugün yaşadığı sorunların üstesinden gelecek birikim ve güce sahip. Kim uğraşırsa uğraşsın, Bodrum’un değerini azaltamayacaktır. Bu kadim kentin bilgeleri, yöneticileri, sakinleri, misafirleri Bodrum’u yaşatmaya yeminlidir.
Öyle ki, son nefesine kadar Bodrum’u savunan YILMAZ kent kahramanları var. Örnek vereyim mi ? Bu sabah aldığımız haberle kaybettiğimizi öğrendiğimiz ama belki de sonsuza kadar yaşatacağımız Bodrum Kent Konseyi Başkanı Arif YILMAZ var. Onun duruşu var, kavgası var. Gündüz Babayla (Nalbantoğlu) omuz omuza savunduğu denizlerin gücü var. Bir sosyal medya platformunda gördüğüm şekliyle MAVİNİN EFE’sinin bize bıraktığı sorumluluk ve kararlılık var.
İşte tüm bunlardan dolayı bizim Bodrum’umuz var, Bodrum’un sahibi var..
Sağlıkla kalın…