Hababam Sınıfı’nın bende klasik olmuş sahnelerindendir, edebiyat hocası Mehmet Bülbül’ü oynayan İlyas Salman’ın saf aşık Kerem’e söylediği sözler..
Tayini Özel Çamlıca Lisesi’ne çıkan edebiyat hocası Mehmet Bülbül, dersten önce saf aşık Kerem’in tahtaya yazdığı şiir mısralarını okur.
Sonrada unutulmaz diyaloglar arasına giren o cümleleri söyler, saf aşık Kerem’e;
Oğlum sana silah zoruyla mı yazdırıyorlar bu şiirleri? Şiir yazmaya mecbur musun?
Ardından da “bu ne ya” sözleriyle attığı o güzel kahkaha gelir kulaklarıma..
***
Filmdeki “Şiir yazmaya mecbur musun?” cümlesi, benim de farklı özneleri kullanarak zaman zaman kendime sorduğum bir soru olmuştur.
“Bu işi yapmaya mecbur musun?”, “Bu insanı hayatında tutmaya mecbur musun?”, “Bu projenin içinde olmaya mecbur musun?”, “Bu adamla bu siyaseti yapmaya mecbur musun?”, “Bu kadını sevmeye mecbur musun?”…
Bitmeyen sorularım..
Cevaplarımın içerisinde evet’i hak edenler olduğu gibi pişmanlıklarımda da oldu tabii ki..
Doğru kararlarımın ödüllerini aldığım gibi yanlışlarında bedellerini ödedim..
Ama sonuçlar beni bağladı her zaman. Hesabını ödediklerim, ödemeye devam ettiklerim, şimdilik ödeyemediklerimle..
Günün sonunda benimizle ilgili tercihlerimizin depremi bizi, artçıları da en yakınımızda olan ailelerimizi bağlar çoğu zaman..
Bu yazı nereye gidiyor diyeceksiniz şimdi..
Sorumu soracağım sormasına da haddimi aşmadan sormak istiyorum.
Had aşmama konusu önemli..
***
Yerel seçimlere yaklaşık 5 ay kaldı.
Önce aday adayları, sonrasında da adayların yarışacağı süreç hızla yaklaşıyor..
Kullanacakları yetkiyle kasabanın ve kentin kaderini belirleyecek isimlerde birer birer varım demeye başladı.
Buraya kadar her şey normal.. Mesele bundan sonra başlıyor.
Kasabanın rotasını belirleyecek, kaynaklarını kullanacak başkan ve meclis üyeleri kimler olmalı.
Başka bir deyişle bu kimlikler nasıl insanlardan oluşmalı.
Çünkü adayların içinden çıkacak başkanın ve meclisin alacağı kararlar sadece kendilerini bağlamayacak.
Şimdi diyorum ki,..
Kamu yönetiminden bi haber, belediye kanununu bilmeyen, imarı bilmeyen, belediyeyi ve personelini tanımayan, belediyenin kapısından girdiğinde nereden başlayacağını bilmeyen, siyaseti bilmeyen, örgütü-teşkilatı bilmeyen, ara sokakları bilmeyen, kentin ekonomisini oluşturan katarı bilmeyen, kasabanın-kentin siyasetine ve hikayesine hakim olmayan, etik değerleri olmayan aday adayı da aday da olmamalı..
Kendi dünyalarında edinimlerinden ve yaşadıklarından kentin kaderine yön verecek büyük hikayeleri yazmaya kalkmamalı.
Bodrum ve Muğla Belediye başkanlık makamları, belediye başkanlığının öğrenileceği, deneyimleneceği yerler değil.
Anekdot şu olmamalı..
Hayatım ben çarşıya iniyorum.. Hayırdır aşkım?
Belediye başkanı olacağım, olmadı meclis üyesi olurum, oda olmadı ilçe başkanı..
***
İfade ettiğim gibi özel hayatlarımızdaki başarılar yada başarısızlıkların maliyeti küçük yaşam alanlarımızda etkili olur.
Bodrumlu ve Muğlalı seçmen; yerel seçimlerde aday adaylığı ve adaylık sürecinde ortaya çıkan kimliklerin daha önceden tahtalarına yazdıkları şiire bakarak sormalı, sorgulamalı ve gerekirse kibarca uyarmalı..
Sırası gelmişken sorumu da sorayım..
Belediye başkanı olmak zorunda mısın? Meclis üyesi olmak zorunda mısın?
Manipulasyonun en fazla kullanıldığı siyaset alanında sorun sadece aday adaylarında veya adaylarda değil tabii ki..
Madalyonun birde partiler ayağı var. Diğer büyük tehlikede burada.. Amiyane tabiriyle üyeden genel başkana doğru oluşmuş saadet zinciri..
Bu alandaki en doğru mücadelede; partilerin seçmene dayattığı adayların karşısına, olması gereken nitelikleri taşıyan aday adayı ve adaylara verilecek destekle mümkün gibi görünüyor.
Haddini bilmeden meydana çıkanlara kararlarını tekrar değerlendirmeyi öneriyorum.
Konuya daha anlaşılır kılmak için yazımının son cümlesini de Diyar-i Rum’un bilge insanı Mevlana‘dan alarak sarf edeyim..
Bir gün Mevlana’ya sormuşlar: “O kadar okursun, o kadar yazarsın ne bilirsin?” Mevlana cevap vermiş: “Haddimi bilirim“