16. Yüzyılda serbest piyasa ekonomisi olarak ortaya çıkan kapitalizm, 18. yüzyılda yeni versiyonu liberalizme dönüşerek, kıt olan kaynaklarımızı talan etmeye devam ediyor.
Düşük vergiler, azaltılmış hükümet harcamaları ve en aza indirilmiş hükümet borçları gibi önlemleri öne sürerek, ulus devletlerin üretim içerisindeki rolünü en aza indirgeyen ve kaynaklara vahşice çökerek gerçekleşen bireysel zenginleşme, artık önünde durulamayan bir sel haline geldi maalesef.
Dünya üzerinde yaşam sürdüren tüm canlıların ortak mirası olan doğal kaynaklarımıza saldırı binlerce haliyle devam ediyor.
***
Bu durumun yaşadığımız coğrafya üzerindeki son örnekleri; Milas/İkizdere’nin Akbelen ormanlarıdır, Menteşe/Bayır’daki çimento fabrikasıdır, Bodrum/Sazköy’deki tarım arazisi üzerine kurulacak eko/kırsal turizm tesisidir, kenarda kıyıda kalmış çokta görünmeyen yetersiz arıtma tesislerinden denizlerimize yapılan vahşi deşarjlardır..
Kimler var bu olanın bitenin önünde arkasında?
Akbelen Ormanlarında AK Parti’nin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, çimento fabrikasında CHP’li Menteşe Belediye Başkanı Bahattin Gümüş, Sazköy eko/kırsal turizm tesisi projesinde CHP’li Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, arıtma tesislerinde CHP’li Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün..
Tıpkısının aynısı yapılar, kimlikler. Türkiye’de hemen hemen her konunun alternatifini bulmak mümkün olsa da siyasetin alternatifini bulmak ne yazık ki çok da mümkün değil.
Yaptıkları her türlü eksiği, yanlışı birbirleri üzerinden örtmeyi, gizlemeyi, uyutmayı başaran bir yapı.
Ellerine su dökmek mümkün değil. Bu arada adları geçmeyen siyasi yapılara haksızlık yapmayalım. Onlarında çok farkı yok bunlardan.
Liberalizmin ele geçirdiği siyasetin onayı ve devletin koruması altında gerçekleşen, yasalara dayandırılmış doğal yaşama kıyım, ne yazık ki tüm hızıyla devam ediyor.
***
21. Yüzyılın temiz ve sürdürülebilir enerji kaynakları “güneş ve rüzgar” varken hala sanayi devriminin ilk enerji kaynağı sayılan kömürde diretmek, vatana da insanlığa da ihanettir.
Yaşam kaynaklarımıza ve doğaya zarar verecek her saldırıya karşı yapılan direniş; siyasi değil, insanidir. Hiç kimsenin bu insani direnişi siyasetle kirletmeye de hakkı da yoktur.
Diğer taraftan dün yapılan büyük buluşmayla oluşturulan 3 kilometrelik insan zinciri ve kesilmiş bir çam ağacına giydirilen kefenin, anlamı da derindir.
Nahif Muğlalı derdini; çiçekle böcekle anlatıyor, şarkıyla türküyle anlatıyor, nöbet tutarak anlatıyor, adalete koşarak anlatıyor..
***
Gelinen nokta maalesef zurnanın zırt dediği yerdir..
Konu yaşam alanı ve doğa olunca; sağda, solda, aşağıda, yukarıda kısacası nerede durduğunuzun bizim için anlamının, öneminin olmadığı bilin lütfen.
Siyasi ve ekonomik çıkarların, oy ve iktidar kaygısının, parti disiplininin ve aldığınız grup kararlarının anlamı da yok, karşılığı da yok Muğlalıda..
Sözünde insanlığında bittiği yeri, bilim insanı Alev Alatlı’nın bakış açısına atıfta bulunarak sonlayalım;
“Yaşam kaynaklarımıza yapılan saldırılar yasal olabilir ama etik ve insani değildir.”