Belki de çok önceleri yazmam gereken bir yazıyı ancak şimdi yazabiliyorum. Zalimcan ısrarla uyarıyordu beni: “Testi kırılmadan yaz,” diye. Ama kent gündeminin yoğunluğu buna fırsat vermiyordu. Son gelişmeler konuyu önüme getirdi artık.
Belediyeler, görev ve sorumlulukları gereği yürüttükleri faaliyetlerle kentlerde sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak ve insanların yaşam kalitesini artırmakla sorumludurlar. Aynı zamanda, toplumsal barışın, yerel demokrasinin ve aktif yurttaşlığın gündelik hayatta gelişmesine katkı sağlayan kurumlardır. Belediyelerin yetki ve kaynakları ile farklı riskleri bertaraf etmesi, çeşitli ve değişen beklentileri karşılaması ve bunları daha kapsayıcı, adil ve etkin şekilde yerine getirmesi için “iyi yönetişim kültürü” kavramı geliştirilmiştir.
Genel olarak şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılımcılık gibi bir takım yönetişim ilkeleri, birçok ülkenin yasal düzenlemelerine ve kurumsal yapılarına dahil edilmiştir. Ancak, mevzuat tam ve sürekli olarak uygulansa bile genellikle bu ilkelerin her birinin belirli süreçlerde uygulanmadığı görülmektedir. Çünkü biz, yönetimin gücünü görünce ne yapacağımızı şaşırırız.
Başka bir ifadeyle, iyi yönetişim ilkeleri salonlarda ve kürsülerde haykırılır, ama uygulamada “işimize gelmediği zaman” kolayca unutulur. Biri uyarırsa da işin kolayı vardır: “Muhalif” ya da “hesabı var da ondan” der çıkarsınız. Çünkü yönetişim ilkelerinin uygulanıp uygulanmadığını tespit etmek çoğu zaman zordur.
İyi yönetişim, bir kültürden çok, usul, yöntem veya belirli bir uygulama olarak ele alınmalıdır. Bununla birlikte, kurumsal işleyiş, faaliyet ve hizmetleri içeren iyi yönetişim uygulamaları hayata geçirilmediği sürece ölçülemez. Ölçülmeyen performans iyileştirilemez. İyi yönetişim ilkelerinin somut olarak belediye yapısında, işleyişinde ve faaliyetlerinde bütünsel bir şekilde uygulanmaması, ölçülmemesi ve sürekli geliştirilmemesi, yönetişim kültürünün sunduğu güven ortamını, yönetim kalitesini ve belediyecilik hizmetlerinin kapsayıcılığını ortadan kaldıracaktır.
Kent yöneticileri mutlaka biliyorlardır ama biz sevgili okurlarla da paylaşalım. İyi yönetişim kültürünün uygulanmasını kolaylaştırmak adına Avrupa Konseyi’nin sunduğu vizyon ve stratejiyi temel alan, entegre ve ölçülebilir bir model vardır. Bu modelin geliştirilmesi sürecinde uluslararası farklı yaklaşımlar, yasal düzenlemeler ile kurumsal mekanizma ve araçlar farklı olmakla birlikte genellenebilir. Sonuçta belediyelerin “Avrupa Yönetişim Mükemmelliği Markası” almasına yönelik modelin öne çıkan kavramları şunlardır:
- Karar süreçlerinin kalitesinin artırılması,
- Kaynak geliştirme, tahsis ve kullanım süreçlerinin güçlendirilmesi,
- Katılımcı ve iş birliğine dayalı karar ve uygulama süreçlerinin işletilmesi,
- Etkin risk yönetiminin gerçekleştirilmesi,
- Belediyelerin çevikliğini artırarak dayanıklılığının güçlendirilmesi,
- Etkin ve verimli çalışmalarla vatandaşların yaşam kalitesinin iyileştirilmesi,
- Belediye–vatandaş arasındaki güven ilişkisinin artırılması.
Daha somut söyleyeyim mi? Çarşı pazar gezip kucaklaşmakla, tek başına karar alıp yönetim kademelerine dayatmakla, itiraz edenin defterini dürmekle, düğün dernek gezip sosyal medya görünürlüğünü güçlendirmekle, yuvarlak ifadelerle “-eceğiz”, “-acağız” ekleriyle biten cümleler kurmakla ya da sırf görüntü olsun diye çizme giymekle bu markayı kazanamazsınız.
Belediyeler, faaliyetleri ile ürettikleri kamusal değerler vasıtasıyla vatandaşların yaşam kalitesini iyileştirdiği gibi diğer paydaşlar için de çeşitli faydalar yaratmalıdır. Bunların bazıları şöyle sıralanabilir:
- Mevcut ya da gelecekteki olası ihtiyaç ve sorunlara yönelik çözüm içeren projeler üretmek,
- Yerelde ekonomik ve sosyal kalkınma alanlarını tanımlamak ve katkı sağlayacak projeler oluşturmak,
- Çevresel, tarihi ve kültürel varlıkları koruyarak marka değerine hizmet edecek öneriler geliştirmek,
- Kapsayıcı ve katılımcı bir anlayışla tüm gruplar için hizmet üretmek,
- Tüm paydaşlar için değer yaratmak.
Belediyenin değer yaratma yaklaşımı, öncelikle yerel ihtiyaç ve talepleri belirlemekle başlar. Bu ihtiyaç ve taleplere dair kararlar, belediyenin:
- Politika önceliklerini ve hedeflerini,
- Ulaşmak istediği vizyonunu,
- Stratejisini ve faaliyetlerini,
- Başarı göstergelerini ve kurumsal işleyişini şekillendirir.
Önce bu yönetişim sistemini oluşturacak, bunu ne zaman ve hangi araçlarla yapacağınızı gerçekçi bir şekilde ortaya koyacak, daha sonra da kent paydaşları ve halkıyla paylaşacaksınız. Gelen eleştiri ve itirazları dikkate alıp kurduğunuz sistemi tekrar düzenleyecek ve herkese duyuracaksınız.
Tüm bunları yaparken de elbette mevcut durumunuzu ölçeceksiniz. Mali yapınızı, personel verimliliğinizi, araç-gereç niteliğinizi, yasal koşulların sınırlayıcılıklarını ve yönetim kadronuzun yetkinliğini net bir şekilde belirlemeden hangi modeli uygularsanız uygulayın, er ya da geç kayalara toslarsınız. İşte herkesin dilinde olan “liyakat” meselesi tam da budur.
Benden söylemesi. Bu arada Zalimcan’ın uyarısını dikkate alarak belirtmeliyim ki: “Bu yazıda hiçbir kişi, kurum ya da yönetim işaret edilmemiş olup, tamamen bilimsel bir yaklaşım özetlenmiştir.”
Bizimkisi bilimsel bir aşk hikâyesi; roman gibi yani. Zalimcan’ı soracak olursanız, sahiden bilmiyorum. Bu aralar yine yok oldu. Öyledir o. Bir bakarsınız bambaşka bir yerden, bambaşka bir gündemle önünüzde bitiverir. Canı sağ olsun, ne diyelim. Biz de onu bu haliyle seviyoruz işte.
VİZYONER OLUN, ŞEFFAF OLUN, PAYLAŞIN… ÖVGÜLER ZATEN GELECEKTİR.