Geçen hafta Zalimcan ortalarda gözükmedi, ben de ağız tadıyla yazımı yazmıştım.
Ama bu hafta kendini zorla bir akşam yemeğine davet ettirdi. Balığımı çok sever kendisi. Neyse ayrıntılar eksik kalsın. Böylece bir hayli konuştuk tabi oradan buradan.
Yağan yağmurlarda bütün Bodrum’u gezmiş meğer. Nerede ne aksaklık var, ne mağduriyet yaşanmış, olduğu gibi anlattı. İnsan üzülüyor haliyle. O yüzden birlikte verdiğimiz karar gereği bu haftadan başlayarak doğal afet ve olası tehlikeler konusunu yazalım dedik. Mesele oldukça kapsamlı olduğu için bir günlük yazı limiti dar geleceğinden haftaya da devam edeceğiz.
İnsanlar için fiziksel ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları etkileyen doğal, teknolojik veya insan yapısı kökenli olaylara “Afet” denilmektedir. Afet bir olayın kendisi değil sonucudur. Örneğin deprem ne kadar şiddetli olursa olsun can ve mal kaybına yol açmamışsa afet olarak nitelenemez. Afet birdenbire meydana gelen bir olaydır. Çevre kirlenmesi, kuraklık, erozyon, orman tahribatı, deniz suyu yükselmesi, ozon tabakasının incelmesi gibi olaylar zaman içinde meydana geldiği için tehlike olarak görülmekle birlikte afet olarak nitelenmemektedir. Ama mal veya can kaybına yol açmak kaydıyla deprem, volkan patlaması, çığ, kaya düşmesi, fırtına, tayfun, heyelan, su baskını, terörist eylemler ya da savaş gibi olayların afet olarak nitelendiği bilinmektedir.
Afet doğal olabildiği gibi teknolojik ve insan yapısı da olabilmektedir. Deprem, volkan patlaması, heyelan, kaya ve çığ düşmesi, fırtına, kasırga, su baskını gibi afetler doğaldır. İnsanlar tarafından çıkarılan orman yangınları, salgın hastalıklar, terörist saldırılar ve savaş ise insan yapımı afete örnektir.
Türkiye’de doğal afetlere ilişkin politikalar ilk olarak 1939 Erzincan Depremi sonrası geliştirilmeye başlanmış; 1959 yılında çıkarılan 7269 sayılı “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun” ile konuyla ilgili yasal boşluk giderilmeye çalışılmıştır. Bu konudaki dönüm noktası, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremidir. AFAD’ın kuruluşu ise Resmi Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile 2018 yılında gerçekleşebilmiştir.
Günümüzde ‘‘Bütünleşik Afet Yönetimi Sistemi’’ olarak adlandırılan model, afet ve acil durumların sebep olduğu zararların önlenmesi için tehlike ve risklerin önceden tespitini, afet olmadan önce meydana gelebilecek zararları önleyecek veya en aza indirecek önlemlerin alınmasını, etkin müdahale ve koordinasyonun sağlanmasını ve afet sonrasında iyileştirme çalışmalarının bir bütünlük içerisinde yürütülmesini öngörmektedir.
Afetin olabildiğince önlenebilmesi için yapılması gereken ilk iş “Tehlike” kavramını gündemde tutmak ve tüm toplumu bilinçli hale getirmektir. AFAD’ın yayınlamış olduğu bir çalışmada tehlike şu şekilde sınıflandırılmaktadır.
- Jeolojik tehlikeler; deprem, heyelan, sıvılaşma, volkanlar, kaya düşmesi, tsunami, çökme, çamur akması
- Meteorolojik tehlikeler; su baskını, çığ, iklim değişikliği, fırtına, kasırga, kuraklık, tipi, yıldırım, dolu, sis, kum fırtınası, doğal radyasyon, tuzlanma
- Teknolojik tehlikeler; nükleer/biyolojik/kimyasal kazalar, sera etkisi, yangınlar, baraj kazaları, radyasyon kirliliği, tuzlu-su girişimi, biyomedikal afet, doğalgaz kazaları, grizu patlaması, göçük
- İnsan kaynaklı tehlikeler; ulaşım-taşımacılık kazaları, hava kirliliği, asit yağmurları, yangınlar, ozon tabakası delinmesi, su ve toprak kirliliği, terörizm, salgın hastalıklar.
Afet deyince herkesin aklına doğal olaylardaki aşırılıkların neden olduğu felaketler geliyor elbette. Ama unutulmasın ki, insan eliyle oluşan çok sayıda felaket de afet niteliğinde sayılıyor. Örneğin hiç beklenmedik zamanda yaşanan bir terörist saldırı, çok sayıda can ve mal kaybına neden olabileceği gibi, soluduğumuz havayı borçlu olduğumuz ormanlarımızın terör unsurlarınca yakılması da çok sayıdaki can ve mal kaybına neden olabilmektedir. Yaşadığımız coğrafya bu deneyimle sıklıkla yüz yüze gelmektedir.
Küresel Terörizm İndeksi (Global Terrorism Index)’nin 2017 verilerine göre Türkiye terörizmden en çok etkilenen ülkeler arasında 9. sırada yer alırken, 2023 verileri itibariyle 29. sıraya gerilemiştir. Bunun yanında İnsan kaynaklı afetlerde sosyal afet olarak adlandırılan “Göç”, günümüzde Türkiye için de önemli sorun alanlarından biri haline gelmiştir. Son 20 yıl içerisinde özellikle 2011 yılında patlak veren Suriye iç savaşı ile birlikte Türkiye, hem göç veren hem de göç alan bir ülke haline gelmesinin yanında başka ülkelere geçiş yapabilecekleri bir göç geçiş ülkesi konumuna gelmiştir.
Tüm bunlardan anlayacağımız ise, afet kavramının sadece doğal olaylarla yaşanmayacağı, aynı zamanda insan kaynaklı çok çeşitli felaketlerle birlikte toplumsal yaşamı olumsuz etkileyeceğidir. Biz yine doğal olaylardan ve doğa olaylarına karşı insan davranışlarından kaynaklı afet kavramına geri dönelim.
Türkiye’de sıklıkla karşılaşılan afetlerin başında deprem ve sel geliyor malumunuz. Bu olaylar yaşandıktan sonra önümüze çıkan tabloya ise kimimiz ilahi kaderle bağlantı kurarak bir açıklama getiriyoruz, kimimiz ise ihmaller sonucu oluşan felaket olarak bakıyoruz. Örneğin yaşanan çok sayıdaki felaketler sonrasında oluşan tablolar, tazminatı gerektirdiği gerekçesiyle yargının konusu haline geliyor.
Hukukun bu konuya bakışı ise zaman içinde artık netleşmiş. Oluşan tablonun “mücbir sebep” olup olmadığına bakılıyor. Mücbir sebep kavramı idarenin iradesi dışında meydana gelen, önceden öngörülmesi mümkün olmayan ve karşı konulamayacak ağırlıktaki olaylar olarak tanımlanıyor ve öngörülemezlik, karşı konulamazlık koşullarının bir arada bulunması gerektiği yönleriyle değerlendiriliyor. Olayın büyüklüğü (yağış şiddeti, deprem magnitüdü, rüzgâr hızı vb.) ve zararın ağırlığına karşın eğer olay öngörülebilir nitelikte ise, alınabilecek önlemlerle sonuçlarını ortadan kaldırmak ve azaltmak mümkünse mücbir sebepten söz edilmesi de mümkün olmuyor ve sorumlu idareler cezalarla karşılaşıyor.
Gerek Avrupa İnsan Hakları Yargısı, gerekse yerleşik Danıştay İçtihatları doğrultusunda; örneğin bir bölgede yağan yağışların mücbir sebep sayılabilmesi için “kent imar planlamasının çağdaş ve bilimsel veriler ışığında yapılıp, dere yataklarının ve taşkın havzalarının yerleşim alanları dışında bırakıldığının, bölgenin alt yapısının (dere yatağı olması da gözetilerek) olası su taşkınları da düşünülerek gerekli kapasitede tam ve eksiksiz olarak tamamlandığı halde, öngörülebilir tüm ölçüleri aşan yağışın sel felaketine neden olduğunun ispatlanması gerekmektedir. Bölgenin alt yapısında birtakım eksiklikler ve olumsuzluklar varsa ve bunlar zararın ortaya çıkmasına ya da artmasına neden olmuşsa bu durumda mücbir sebepten bahsetmek mümkün değildir” deniliyor.
Yazımı bitirmenin huzuruyla tam uzun oturma konumuna geçmiştim ki telefonum acı acı çaldı. Arayan Zalimcan tabiki bu saatte. “Depremi duydun mu” dedi. “Hayır duymadım” dedim. “Sana niye bu konuda yazmanı ısrar ettiğimi anladın mı şimdi” deyince tekrar bilgisayarımı açıp bu paragrafı ilave ettim. Gökova Körfezinde 22.40’da gerçekleşen 3,3 büyüklüğündeki deprem belki yıkıcı değildi ama bu konuda kafa yormamızın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlattı bize. Geçmiş olsun Gökova ve Bodrum..
ÖNLEM ALIN, PLAN YAPIN.. FELAKET SİZDEN UZAK DURACAKTIR..