Son üç yazımızda hukuk ve toplum ilişkisinin sonuçları olarak Türkiye geçmişinde imar ve belediyeciliğin nasıl geliştiğini tartışmıştık. Tartıştık ki, bugün gelinen noktanın hangi toplumsal gerçeklerden kaynaklandığını daha iyi anlayabilelim. Umarım sıkmamışız ve uyarıcı/öğretici olabilmişizdir.
Bazı okur ve arkadaşlarım, Zalimcan’ın nerelerde olduğunu soruyor. Sevgili okurlar Zalimcan zaman zaman ziyaretime geliyor ve uzun uzun sohbet ediyoruz. Lakin kendisi oldukça düz ve acımasız olduğundan, bana aktardıklarını sizlerle paylaşırsam (son zamanların moda deyimiyle) yer yerinden oynar. Bir de düşündüklerini söyleyenlerin başına gelenleri görüyoruz öyle değil mi?
Zalimcan’ın; “bugünün sorunlarını önceden göremeyen belediye”, “başkanı yıpratan danışman”, “Kerimoğlu oyununun kerameti”, “Eko turizm amaçlı bir imar planının arka planı”, “Bodrum halkının tepkileri”, “ortaya çıkmaya ya da çıkarılmaya başlayan aday adayları” diye başlayan anlattıklarını yazacak değiliz elbette.
Bizim işimiz kimseyi yargılamak ya da karalamak değil. Sağlıklı bir belediye, yaşanabilir bir Bodrum nasıl olur, bu hususu mesleki yetkinliğimiz kapsamında tartışmak. Kaldı ki yazdıklarımız ve söylediklerimiz kişi odaklı değildir. Ortaya koyduğumuz şey bilgidir. İsteyen alır, isteyen görmezden gelir.
Efendim yerel yönetimler, sınırları içindeki halkın yerel ve müşterek nitelikli hizmetlerini gören kamu idareleridir. Dünyada tüm ülkeler için geçerli olabilecek “prototip” bir yerel yönetim modeli mevcut değildir. Yerel yönetimlerin türleri, görevleri, organları ve bunların oluşum şekilleri ülkelerin tarihi ve toplumsal şartları ile geleneklerine bağlı olarak farklılıklar göstermektedir. Bununla birlikte, tüm yerel yönetim modelleri için geçerli olan ortak özellikleri; Genel karar organlarının halk tarafından seçilmesi, tüzel kişiliğinin olması, idari ve mali özerkliğe sahip bulunmalarıdır.
Bakın bu ortak özelliklerin her biri iyice irdelenmeli. Genel karar organlarının halk tarafından seçilmesini düşünelim. Örneğin bir siyasi partinin belediye başkanı adayı, onca zaman seçilmek için çalıştıktan sonra bir anda adaylıktan men edilirse ve yerine hiç düşünülmeyen bir belediye meclis üyesi adayı, “belediye başkan adayımız budur” diye seçmenin önüne çıkarılırsa, sanki biraz düşünmek lazım gelmez mi? Yine halkın oylarıyla seçilen o yeni belediye başkanının meşruiyeti sorgulanamaz elbette ama halkın istediği bir aday mı seçilmiştir, yoksa önüne son anda koyulan aday mı seçilmiştir tartışması ister istemez olabilir.
Yerel yönetimlerin ortak özelliklerinden biri de “tüzel kişiliğinin olması”dır. Türkiye’de Büyükşehir Belediyesi Kanunu çerçevesinde, bir büyükşehir belediyesine bağlı ilçe belediyesi, kendi sınırları içinde yaşayanlara hizmet götürmek amacıyla temsil etme yetkisini bir başka kişi ya da kuruma devredebilir mi? Edemez tabi.
Daha önceki yazılarımızda anlatmıştık. Büyükşehir belediyeleri, imar ve planlama gibi bazı konularda ilçe belediyeleri üzerinde “vesayet yetkisine” sahiptir ancak “hiyerarşi denetimi” söz konusu olamaz. Yani patronu değildir. Bu kapsamda bir ilçe belediyesi, önemli hizmet konuları itibariyle kent yaşayanlarını temsil etmesine izin verilmezse ya da temsil yetkisi engellenirse o zaman “tüzel kişilik”ten söz edilebilir mi?
Bir diğer ortak özellik ise, “idari ve mali özerklik” hususu. Bir belediye düşünün ki, idari kısmı neredeyse süreklilik arz eden müfettişler denetiminde. Hizmet konularının önemli bir kısmı itibariyle yetkisiz. Kent halkından topladığı vergilerin tekrar kent halkına dönmesi hususunda çaresiz. Gerekli yatırımları yapamıyor, topladığı vergileri harcayamıyor, sorunlarını kendi başına çözemiyor. Burada idari ve mali özerklikten söz edilebilir mi? Sanmıyorum, yoktur Türkiye’de böyle bir belediye.
Dünyada son yıllarda yerel yönetimlerde öne çıkan bazı özellikleri sayalım. Öncelikle “demokratikleşme”. İdari birimlerin karar alma ve uygulama süreçlerinde, seçimle gelen kişilerin yetkinliğinin önemi arttığı gibi halkın yönetime de, denetime de katılım kanalları artmaktadır.
“Yerinden yönetim” ve “yetki genişliği” anlayışına uygun olarak hizmetlerin mümkün olduğunca halka en yakın idari birimlerce yürütülmesi sağlanmaktadır. Bu eğilim, “Yerelleşme” olarak değerlendirilmektedir.
Bir diğer eğilim, “Optimal hizmet alanı” kavramıyla açıklanmakta. Yani yerel yönetim birimlerinin hizmet ve sorumluluk alanının, kaynakların doğru kullanımını, etkin hizmet üretimini ve yeterli öz kaynak yaratmasına imkan verecek büyüklükte olması durumudur.
Diğer önemli eğilim ise; “Hizmetlerde özelleştirme”dir. Başta ticari nitelikli alanlar olmak üzere yerel nitelikli hizmetlerin görülmesinde özel sektörün rolü git gide artmaktadır. Bununla birlikte denetim mekanizması, güçlü bir şekilde yerine getirilmekte ve özel sektörün hizmeti aksatması ya da kalitesini düşürmesine izin verilmemektedir.
Yani sevgili okurlar; tüm bunları niye anlattım? Yarın öbür gün yeni bir yerel yönetim anlayışı söz konusu edilirse, kulağımızın bir yerinde dursun diye. Yoksa başkaca bir niyet okuması yapılmamasını dilerim.
Bu güzel Pazar gününde kalın sağlıcakla.