Tarihçi Murat Belge’nin çok beğendiğim bir sözü aklıma geldi; “Türk Devleti bir şeyi başarma fırsat ve imkanını halkına hiç tanımadı, her şeyi kendine topladı ama başarısızlığı hiç kendinden bilmedi, cahil, yobaz ve anarşisti halktan bildi” söylemiyle, Tanzimat sonrası gelişmeleri özetlemektedir. Oysa Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı gibi bir büyük devrimi Dünya’ya rağmen başarmıştır.
Son zamanlarda siyaset sahnesinde yaşananlar, Murat Belge’nin bu sözünü hatırlamamı sağladı. Çünkü son dönemdeki gelişmeler izlendiğinde; siyaset kurumundan umudun kesildiği, demokrasi kavramının içinin boşaltıldığı bir Türkiye görüntüsü hakimdi.
Ta ki Cumhuriyet Halk Partisinin 38. Kurultayına kadar. Ne oldu bu kurultayla? Siyasetin damına tünemiş mekanizmaların kronikleşmiş muhafazakar yapısının değiştirilebileceği görüldü. Siyaset sahnesinde “kaybedenler kulübünün” üye sayısı arttı. Başarısızlıkların bir maliyetinin olduğu kabul edildi. Değişmenin kaçınılmazlığı ve bu durumun acilen gerçekleşmesi gerektiği tescil edildi.
Halkın ve sokağın sesinin siyaset koridorlarını gümbür gümbür sarstığı ve sokağın çığlıklarının duvarlara çarpa çarpa kurultay salonlarına girdiği hissedildi. Özlenen demokratik bir sisteme sahip olmayan siyaset kurumunun dahi, kendi kendini yenilemesi iradesi ortaya çıktı.
Toplumun derinliklerinde oluşan “değişim fısıltılarının”, bir anda “birlik” kimliğine bürünerek kartopu etkisiyle tüm ezberleri bozan etkilerini gördük. Peki sonuç? “Demokratik zeminlerde halkın ve sokağın sesine kulak tıkayanlar, eskiyenler, denenmişler, direnenler” başını öne eğip arka sıralara geçti.
Gerçek demokrasinin gerektirdiği bu sahne, doğrusu birçok insan gibi beni de çok etkiledi ve ümitlendirdi. Demek ki neymiş; Efes’li Yunan filozof Herakleitos’un dediği gibi “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisiymiş”. Adam ne kadar büyük bir laf etmiş. 2500 yıl önce söylediği bir söz, hala geçerli.
Demek ki neymiş; delege dediğimiz kişi, partisinin genel merkezinin kulu değilmiş. Gerektiğinde kendisini var eden kadroları bile alt üst edebilirmiş. Seçmen dediğimiz kişi, kesinlikle “koyun sürüsü” değilmiş. Gerektiğinde birlik olup, benimsediği değerleri her zeminde haykırabilirmiş. Bu haykırışı duyamayanlar ise sahneden indirilebilirmiş.
Demek ki neymiş; her yerde söylendiği gibi siyasette liyakat önemsiz değilmiş. Bilginin, yenilikleri benimsemenin ve çok sesli tartışmaların sonunda güçlü fikirler, söylemler ve eylemler ortaya çıkabilirmiş.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisinde yaşanan bu demokrasi şöleni, beni vallahi de heyecanlandırdı, billahi de ümitlendirdi. Bu ümit ve heyecanla dönüp Bodrum’a pırıl pırıl gözlerle bakmak şart oldu. Niye mi?
Bodrum’daki Cumhuriyet Halk Partisi örgütlenmesi, il örgütlenmesindeki demokrasiden, parti içi demokrasiye kadar olan akılcı yaklaşımı önümüze koydu. “Değişim” söylemiyle yola çıkıldı ama il örgütü çerçevesinde yapılan demokratik tartışmalar sonunda “değişimin mevcut yapıyla gerçekleştirilmesi” sonucuna saygı duyuldu. Kurultayın 1. tur oylamasının sonunda görülen tablo, değişimin kaçınılmazlığını işaret edince, bu iradeye de saygı duyularak gereği yapıldı.
Bu akılcı yaklaşım sayesinde de hak ettiği ödülü bence aldı. Gencecik bir partiliyi Parti Meclisine sokmayı başardığı gibi, hukukun üstünlüğüne inanan bir partiliyi de Yüksek Disiplin Kurulu gibi saygın bir yere taşıyabildi.
Sevgili okurlar bu başarıyı alkışlamak gerekir. Sadece alkışlamakla da yetinilmemeli, elimizi kolumuzu gövdemizi bu taşın altına sokmalıyız derim. Bu demokrasi bayramında hepimizin bayraklarımızı dolaplardan çıkarıp önümüzdeki yerel seçimlerde göğsümüzü gere gere dalgalandırmalıyız diye düşünürüm.
Ama yerel seçimlere kadar yapmamız gereken çok işimiz var. Önce bilgiye, deneyime, liyakate, kucaklayıcılığa, vizyona, temiz bir geçmişe, aydınlık yeni bir geleceğe yüzünü dönmüş yönetici aday adaylarının ortaya çıkarılması lazım.
Halkın ve sokağın sesine kulak tıkayanlar, eskiyenler, denenmişler, direnenler, ısrar edenler, mangalda kül bırakmayanlar, bizim oğlan modundan çıkamayanlar, kendini kurtarıcı görenler ve belediyeciliği yeni öğrenecekler şöyle bir kenarda dursun.
Bodrum, içinde bulunduğu durum itibariyle kenarda tutulması gerekenlerle yönetilme riskini alacak durumda değildir. Boğazına kadar battığı “plansızlık” sarmalından hızla ve profesyonel bir bakışla çıkmak zorundadır. Ama kenarda duracakların sahip olduğu potansiyelin de yok sayılmaması, kucaklayıcı olunması, uzlaşma kültürüyle geleceğe bakılması kaçınılmazdır. Ortak aklın neler yapabildiğini gördüğümüz bu günlerde, aklın dışına çıkılmayacağını umut ediyorum.