Geçen haftaki yazımızda “Hukuk ve Toplum” ilişkisine kısaca bakmış ve sözü belediyelere getirmiştik.
Tam da bu süreçte Bodrum’da yapılan bir toplantıda Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genel Kurmay Başkanı olan emekli Org. İlker BAŞBUĞ’un konuşması kulağıma geldi. Nereden olacak, her şeyden haberdar olan Zalimcan’dan öğrendim tabi.
Belediye Başkanımız Ahmet ARAS’ın da konuk olarak katıldığı bu toplantıda İlker Paşa ders verir gibi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün çağdaşlaşma sürecindeki işaret ettiği hususları anlatmış.
Hatta 1930 yılında Cumhuriyet Halk Partisinin İzmir İl Kongresinde yaptığı konuşmaya atıfta bulunarak, Atatürk’ün çağdaşlaşma sürecinde, en önemli araçlardan bir tanesinin de “Sosyal Belediyecilik” olduğunu vurgulamış.
İlker Paşanın bu konuşmasından sonra Ahmet ARAS, komutanının söylediklerinden çok şey öğrendiğini ve dersler çıkardığını ifade etmiş.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi gibi bir partinin Belediye Başkanı, sosyal belediyecilik anlayışının temellerini bu konuşmayla öğrendiyse eyvah ki ne eyvah.
Biz de bunca yıldır Atatürk’çü ve siyaset bilimi ile kamu yönetimi alanında yüksek lisans yaptığını bildiğimiz asker kökenli bir belediye başkanının Atatürk’ün işaret ettiği ilkeler doğrultusunda Bodrum’u yönettiğini düşünüyorduk oysa yeni öğrenmiş.
Neyse.. Kendimizce çıkardığımız sonuçlar bir yana gelelim toplumun yaşadığı yerde ilk gördüğü otorite olan Belediyeler konusuna.
Bilindiği üzere kamu yönetim iki yönetim biçimine sahiptir. Bunlardan biri; yetkilerin ve kaynakların merkezde toplandığı, planlama, örgütlenme, komuta, eşgüdüm ve denetimin merkezden yapıldığı merkeziyetçilik (merkezden yönetim) anlayışı, diğeri ise; söz konusu hususların yerel yönetimlerce yerine getirildiği adem-i merkeziyetçilik (yerinden yönetim) anlayışıdır.
Türkiye’de 1985-2002 yılları arasında “yerinden yönetim” anlayışının hakim olduğu bir süreç yaşanmışsa da, 2002 yılından sonra yönetimsel yetkilerin daha çok merkezde toplanmaya çalışıldığı görülmektedir.
Dolayısıyla son yıllarda gözlendiği gibi toplumsal yaşamı etkileyen birçok karar, merkezi yönetimce verilmektedir. Hatta yerel yönetimlerin yapacağı birçok girişim dahi, merkez onayladığı takdirde hayata geçebilmektedir.
Örneğin günümüzde, Muğla Büyükşehir Belediyesinin, Bodrum’daki alt yapıyı yenilemek için bulduğu kredinin onaylanması için merkezi hükümetin kararı beklenmektedir.
Ülkemizde 1956 yılında çıkarılmış olan bir İmar Kanunu, 1985 yılında güncellenmiş ve yerel yönetimlerin kendi başına kamusal hizmet üretmesi sağlanmaya çalışılmıştır.
Her ne kadar yerinden yönetim ilkesi hakim kılınmaya çalışılmışsa da, belediye yönetimlerinin oluşumunda görülen sorunlar kısa sürede ortaya çıkmıştır. Bu sorunların kaynağına bakarsak daha iyi anlayacağız.
Osmanlı’da ilk kez 1855’de belediye yönetimi (İstanbul Şehremaneti) kurulmuşsa da, ilk belediye 1857 yılında Beyoğlu 6. Belediye Dairesi olarak hayata geçmiştir. 1868 de İstanbul’da 14 belediye dairesi tek bir merkeze, (şehremanetine) bağlanmış (bugünkü büyükşehir belediyesi), şehremanetinin ve belediye dairelerinin ayrı meclislerinin olması öngörülmüştür.
İşte sorunun ilk kaynağı da bu süreçte ortaya çıkmıştır. Çünkü belediye meclislerine seçme ve seçilme hakkına sahip olacak kişilerde azımsanmayacak bir düzeyin üstünde emlak vergisi ödemesi koşulu aranmıştır. Böylece günümüze dek süregelmiş olan, kentlerin imarının emlak sahiplerine, zengin tüccarlara ve spekülatörlere bırakılması geleneği başlamıştır.
Bu durum, belki de yerinden yönetim anlayışının daha başında atılan yanlış adımlardan biri, belki de en önemlisidir.
Bodrum’un sıcak gündeminden aktarmalar yaparken yine satırları tükettik. Haftaya, bugünkü imar ve belediyecilik anlayışının köklerini oluşturan gelişmeleri tartışmayı planlıyorum.
Sağlıklı bir yeni hafta dilerim.