Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, uzun yıllardır özellikle muhalefet partilerine mensup belediyelere yönelik sistematik bir baskı politikası uygulamaktadır.
Bu politikaların temelinde, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve vergi borçları üzerinden yerel yönetimlerin hareket alanını daraltmak yatmaktadır. Belediyelerin hesaplarına bloke koyma ve haciz uygulamaları, bu baskının başlıca araçlarıdır. Ancak AKP’li belediyelere yönelik bu tür bir uygulamaya rastlanmaması, baskının siyasi bir tercih olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bu makale, Bodrum Belediye Meclisi toplantısında bizzat izlediğim konuşmalara ve alınan kararlara dayanarak kaleme alınmıştır. Mecliste yapılan konuşmaları ve ortaya konulan görüşleri değerlendirerek, Bodrum’un içinde bulunduğu bu zorlu süreci anlamlandırmaya ve aktarmaya çalıştım.
Çifte Standart ve Yandaş Şirketlere Ayrıcalık
Hükümetin yandaş şirketlerin milyonlarca liralık vergi borçlarını silerken, CHP’li belediyelere haciz ve bloke yöntemiyle baskı uygulaması, adaletsizlik ve çifte standart örneğidir. Bu politikalar, yerel yönetimlerin halk için hizmet üretme kapasitesini sınırlandırırken, aynı zamanda belediyeleri mülk satışına zorlamaktadır. Ancak mecliste de dile getirildiği gibi, mülk satışı bu sistematik baskının devam ettiği sürece kalıcı bir çözüm olmaktan çok uzaktır.
Bodrum Belediyesi’nin Mülk Satışı ve Hükümetin Rolü
Bodrum Belediyesi’nin mülk satışına yönelmek zorunda bırakılması, sadece yerel bir yönetim sorunu değil, hükümetin baskıcı politikalarının en somut göstergelerinden biridir. Bu süreçte, bir kamu kurumu olan belediyenin borçlarının başka bir kamu kurumu tarafından baskı aracı olarak kullanılması, devletin sosyal hukuk devleti anlayışına büyük bir darbedir.
Mecliste konuşulanlardan biri de AKP’nin Bodrum Belediyesi üzerindeki bu baskıyı, siyasi bir koz olarak kullanmasıydı. Ancak burada asıl dikkat çeken, AKP’li meclis üyelerinin belediyeye bu konuda destek olmak yerine, bu baskıyı derinleştiren bir tavır sergilemesiydi.
AKP’li Meclis Üyelerinin Sorumlulukları
Meclis toplantısında bir diğer dikkat çekici nokta, Bodrum’daki AKP’li meclis üyelerinin bu süreçte sorumluluk almaktan kaçınmasıydı. Eğer gerçekten Bodrum’un çıkarlarını savunmak istiyorlarsa, mülk satışları yerine trampa (takas) yöntemine yönelik çözüm önerileri sunabilir ve hükümetin baskıcı politikalarını eleştirebilirlerdi. Ancak bu tutumu sergilemek yerine, belediyeyi hedef almayı tercih ettiler. Bu durum, yerel siyasette etik sorumluluğun nasıl bir kenara itildiğini göstermektedir.
Devlet ve Hükümet Ayrımının Önemi
Mecliste yapılan tartışmalardan bir diğeri, devlet ve hükümet ayrımı meselesiydi. Bodrum Belediye Başkanı Tamer Mandalinci’nin devletin kutsallığına vurgu yaparken, AKP hükümetinin politikalarını eleştirmekte daha temkinli bir dil kullandığı görüldü. Oysa Türkiye Cumhuriyeti, bir sosyal hukuk devleti olarak halkın refahını ve eşitliğini gözetmekle yükümlüdür. Ancak AKP hükümetinin politikaları, bu ilkeyi zedelemekte ve devleti bir parti devleti anlayışıyla yönetmeye çalışmaktadır. Başkan Mandalinci’nin bu ayrımı net bir şekilde ortaya koyarak, söylemlerini CHP’nin devletçilik ilkesi çerçevesinde daha güçlü bir şekilde ifade etmesi gerektiği kanaatindeyim.
Bodrum’un Entelektüel Direnişi ve Halkın Sorumluluğu
Bodrum, entelektüel birikimi yüksek ve toplumsal bilinci güçlü bir kenttir. Meclis toplantısında yapılan tartışmalarda da bu dinamiklerin etkisi hissediliyordu. Bodrum halkının, yerel yönetimlerine sahip çıkarak bu baskılara karşı dayanışma içerisinde hareket etmesi, yalnızca belediyenin değil, tüm Bodrum’un geleceği için büyük önem taşımaktadır.
Çıkmazı Aşmak İçin Ortak Mücadele
Bu yazı, Bodrum Belediye Meclisi’nde dile getirilen görüşler ve alınan kararlar üzerinden şekillendi. Meclis toplantısı, Bodrum’un içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi sıkışmışlığın bir panoramasını ortaya koydu. Ancak burada asıl mesele, bu çıkmazdan nasıl çıkılacağıdır.
Bodrum Belediyesi’nin SSK ve vergi borçları nedeniyle mülk satışına zorlanması, hükümetin yerel yönetimler üzerindeki baskı politikalarının açık bir örneğidir. Ancak bu sorunun çözümü, yalnızca belediyenin değil, tüm Bodrum halkının ortak mücadelesine bağlıdır. Halkın iradesine dayalı, dayanışmacı ve şeffaf bir yönetim anlayışıyla bu çıkmaz aşılabilir.
Son olarak, Bodrum Belediye Meclisi’ndeki AKP’li üyelerin, Bodrum’un geleceğine gerçekten katkı sunmak istiyorlarsa, hükümetin baskıcı politikalarını desteklemek yerine, çözüm üretmeye yönelik somut adımlar atmaları gerektiğini hatırlatmak isterim. Çünkü Bodrum, sadece bir kent değil, entelektüel ve toplumsal direnişin simgesi olmayı sürdürecek bir değerdir.