İnsanın mülkiyet edinme isteği, neolitik dönemle ortaya çıkan bir olgudur.
Tarımın keşfi, hayvan evcilleştirme ve çanak-çömlek yapımıyla birlikte; tohumlarının atıldığı mülkiyet edinme isteği, günümüz dünyasında insanın yaşadığı en büyük dert, hatta baş edemediği hastalığı, belası oldu.
Ne kadar mutluymuşuz 12 Bin yıl önce.. Günü kurtaracak kadar avla-topla getir, dök meydana hasılatı. Herkes ihtiyacı kadarını alsın.
Zaman içerisinde kapitalizmin de temel prensiplerinden biri olan mülkiyet, devletleşme ve işgaller için en kullanışlı araç oldu.
Bu hal, süreç içerisinde ihtiyacının fazlasını edinme hastalığına dönüşmekle kalmayıp, işgalci ve kendisinden başka kimseye yaşam hakkı tanımama haline de evrildi.
Düşünsel dünyamız da; kronik hale dönen bu hastalıkla mücadele etme yetisini de kaybetti, maalesef!
Düzelmek için yeni bir yaşam tarzı belirlemek gerekiyor, gerekecek, bu durum çok net..
***
8 Milyara dayanmış Dünya nüfusunun hemen hemen tamamının hastalığı haline gelmiş olan bu işgalci eylem, arabalarımızı park etme halinden kent konseyi seçimlerine kadar sirayet etmiş durumda..
Park halini anladık da kent konseyi nereden çıktı derseniz anlatayım!
16 Kasım 2024 Cumartesi günü Bodrum Kent Konseyi başkan ve yürütme kurulu seçimi var. Ortada bir seçim varsa, işgal edilecek bir alanda var demektir.
İşgal varsa savaş vardır, savaş varsa kazanmak için her şey mübahtır.
Her şeyin mübah olma hali varsa ortada; küfüre kadar varan öfke nöbetlerinin ve maksadını aşan değerlendirmelerin, yaftalamaların yaşanma hali de vardır.
Bu kadar hal varsa, kazanmak için tüm bu halleri normalleştiren ve içselleştiren insan hali de vardır diyerek, burada keselim sorgulamamızı..
Niye kısa kestin derseniz, akıllı insanlara lafın tamamını söyleyecek kadar nezaketsiz değilim de ondan..
***
Ortada entelektüel olduğunu, demokrat olduğunu iddia eden ve liyakat beklentisi olan insanların yapacağı bir seçim var.
İddia eden diyorum çünkü herkes bu konumda olduğunu iddia ediyor. Olana bitene bakıyorum. Ortada iddia edilenlerden başka her şey var.
Bazı tespitleri yaparak ilerleyelim!
“Kent Konseyi” seçimlerinde başkan ve yürütme kurulu üyeleri ayrı ayrı seçilir. Bu işe soyunan herkes ayrı ayrı adaydır.
Başkan adayları ve yürütme kurulu adaylarının hepsi; toplumun önünde kendini seçme hakkı bulunan kurumlara ve kişilere, yetkinliğini ifade etme ve ikna etme durumundadır.
Herkesin konuştuğunda istediği ve beklentisi olan ideal bir yöntem varken ortada; Bloklaşmamaları, birlikte hareket etmemeleri, ideolojik gruplar oluşturmamaları, arkadaşlık-kankalık gibi hallere bu seçimi indirgememeleri gerekirdi, değil mi?
Yani; başkan ayrı, yürütme kurulu üyeleri çarşaf listeyle ayrı, seçilen ideal bir seçim yapmak varken, bunu alıp gücü yetenin diğerini ortadan kaldırdığı anti demokratik bir hale getirmeye kimsenin hakkı yoktur, düşüncesindeyim.
Şimdi gözümüzün önünde olana bitene bakınca; adayların -istisnaların kaideyi bozmayacağını ifade ederek- bu kente önemli katkılar yapmak için ortaya çıktığı hikayesine kendimi nasıl inandırayım bilemedim.
***
Kentlerin, bütün STK’larının bir arada vücut bulduğu çatı kurumlarıdır kent konseyleri..
Bir tarafı, çizgisi yoktur. Kente taraftır. Blokların çatışacağı, işgal edeceği bir yer değildir kent konseyleri..
Ayrı ayrı yetkin değerlerin başkan ve yürütme kurulu üyeleri olarak, kente fayda ve katma değer katacak düşüncelerin buluştuğu yerdir kent konseyi..
Çevresel, sosyolojik ve ekonomik sorunlara karşı güvenlik duvarını oluşturma düşüncesiyle çalışan bir kurum olma özelliğini bünyesinde barındırır kent konseyleri…
Ez cümle siyaset üzeri bir buluşma noktasıdır kent konseyleri..
Yeni icat uydurmaya gerek yok!
İsterdim ki; adayların kendi özellerinde kente katkı sağlayacak yetkinlikte olduğunu anlattığı bir seçim süreci yaşansın..