Zalimcan bu ara pek bir telaşlı. Bir yandan İsrail’deki gelişmeler, bir yandan Ankara’nın yoğun koşuşturmaları, bir yandan Bodrum’daki hızlı gündem derken kan ter içinde düştü bizim evin kapısına. Demiştim ya hiçbir gelişmeden eksik kalmaz kendisi.
Bodrum’u ilgilendiren konular itibariyle, Cumhuriyet Balolarından başladı, Bitez’deki “Sarıyaz” etkinliğinden çıktı. Ama ne haberler. Hangi birini paylaşacağımı bilemedim.
Hepsi bir yana, Cumhuriyetin 100. Yıl etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen Cumhuriyet Balolarındaki atmosfer en çok ilgimi çeken konu oldu. Çünkü yerel seçim öncesi görücüye çıkar gibi kalabalıkların önüne çıkmak için yarışan belediye başkanlığı aday adaylarının oradan oraya koşuşturmalarını anlatması beni gülümsetti.
Zalimcan’ın dediğine göre ortalık bir hayli kızışmış. Çarşı Pazar ziyaretlerinden sonra salon ve meydanlara inen aday adayları önüne geleni kucaklamaktan bitap düşmüş. Üstüne bir de CHP’nin Kurultay telaşı. Sahiden zor.
Neyse.. Zaman içinde göreceğiz her şeyi. Zalimcan’ın diğer söyledikleri bende kalsın.
Dün öğlenden sonra ise Bitez’de gerçekleştirilen “Sarıyaz” etkinliğine katılmış bizimki. Kulağıma fısıldayarak “siyasetçilerin olmadığı etkinlikler ne de şenlikli geçiyormuş meğer” dedi. Yahu ne istiyorsun şu siyasetçilerden diye çıkıştım tabi.
Bitez “Arasta”da gerçekleştirilen etkinlikte doğamıza ve denizimize ilişkin çok keyifli söyleşiler yapılmış. Yelken sporcusu ve oyuncu Edhem Dirvana’dan, TV’lerde ilgiyle izlediğimiz “Sudaki İzler” isimli belgeseli yapan Savaş Karataş’a ve tabiki Bodrum’un son süngercisi Aksona’ya kadar sağlam denizci ve çevreciler varmış.
Hani ben de yıllarca kendi teknemle denizlerimizde dümen tutan bir yelkenci ve hasbelkader bir yelken hakemi olarak hayıflanmadım değil. Keşke hepsini dikkatle dinleyebilseydim.
Örneğin denizde adabı muaşeret başta olmak üzere denizlerimizin nasıl gelecek kuşaklara aktarmamız gereken kutsal bir varlığımız olduğunu haykırmış konuşmacılar. Ah ah.. En çok da şu “Susuz Sarıyaz”da suyun ve denizlerin ne kadar önemli olduğunu düşündüm bunları dinleyince.
Üstelik tam da bir gazetecinin sosyal medyada yayınladığı bir konuşmanın arkasına denk geldi bu konu. Anlatayım efendim.
Gençliğimin en güzel 10 yılını, üniversitede asistanlık yaptığım dönemde Karadeniz’de geçirdim. Trabzon balık haline gidersiniz ve sorarsınız “taze ne var?” diye. Tezgahın arkasından gelen cevap şudur; “Balık mı istiyorsun, Hamsi mi?”. Yani tezgahta sergilenen ürünler iki çeşittir. Birincisi Hamsi, ikincisi diğerleri. Hamsi balık değildir çünkü. O Hamsidir. Onun kırk çeşit yemeği yapılır ve adeta kutsaldır. Onun adına türküler söylenir. Hatta Hamsi sürüsünün hareketleri izlenerek “Horon” denen oyun icat edilmiştir.
Hamsi yazın derinlerdedir, kışın ise denizlere akan derelerin getirdiği planktonlarla beslenmek için kıyıya ve yüzeye yaklaşır. O dönem de genelde Ocak ile Mart arasıdır. Bu dönemde yağlanır ve irileşir. Biz bu duruma “Hamsi’nin kulağına kar suyu kaçtı, tamamdır” deriz ve bol bol yeriz.
Yetişkin bir Hamsinin boyu 18 santimetreye kadar çıkar. Ama 11-14 santimetre boyundaki Hamsi de gayet lezzetle yenir. Yasalarımıza göre avlanabilecek en küçük Hamsi 9 santimetre olmalıdır. Daha küçüğünü avlamak yasaktır.
Lakin buradaki en büyük sorun, Hamsi’nin son yıllarda yeterince büyüyememesidir. Çünkü denizlerimize akan dereler üstüne kurulan baraj ve HES’ler, dağlardan denize plankton taşınmasını engellediği için Hamsi de yeteri kadar beslenememektedir.
Velhasıl memleketimizdeki Hamsi’nin durumu gittikçe kötüleşmekte. Bu meseleyi düşünürken, Bitez’deki etkinlikte söylenenleri de duyunca iyice moralim bozuldu. Yahu denizin dibinden 1 yılda 12 ton hayalet ağ ve doğada yok olmayan malzeme çıkarmak ne demek. O malzeme dediğimiz de ne biliyormusunuz? Denize atılmış koltuktan tutun da, araba lastiğine kadar aklınıza gelen her şey.
Hadi şarkılarda geçen “at kadehi elinden” nakaratına bakıp rakı bardaklarının atıldığını biliyoruz da, evdeki koltuğunu denize niye atarsın mübarek.
Bu anlatılanlar gözümün önünden bir bir geçerken, üç tarafı denizle çevrelenmiş Türkiye ve Bodrum’un denizlerini düşündüm ve Bodrum’u seyrederken yine o şarkı yapıştı dudağıma. “At kadehi elinden, bin parçaya bölünsün, dökülsün meyler yere, hatıralar gömülsün”..
Sağlıkla ve denizle kalın..