Sanırım bu yazıyı okuyanlar önce çok agresif bulacaktır kullanılan tarzı.
Ama bir engellinin sistem karşısındaki genel durumu, iç bunaltıcı halden de öte bulunmaktadır son yıllarda. Sağlık, eğitim, istihdam, ulaşım gibi durumlarda, evrim halkasının bir alt türüymüş gibi davranılan engelli camiası, bir türlü yakalayamadığı fırsat eşitliğinin eksikliğiyle, sistematik olarak sosyal hayattan dışlanmaktadır.
Son derece pespaye ve içi boş bulduğum, güya engellinin kamu kurumlarında bir nebze rahat etmesine yönelik adlandırılmış “pozitif ayrımcılık” ilkesini test edin günlük hayatta, ne demek istediğimi anlarsınız.
Dezavantajlı güruhun sosyal hayatını düzene sokmak için görevde bulunan atanmış ve seçilmiş idareciler, 21. yüzyıl itibari ile konuya vakıf olup, soruna çözüm üretmek bir yana, Hitler politikasını aratır bir halde, engelliyi ısrarla sosyal hayatın dışına itmeye yönelik adımlar atmaktadır.
“Hitler Politikası” diyorum. Çünkü; engelli bireylerin günlük hayatta devlete olan maliyetini hesaplatıp, (kimileri de, Ari Irk peşinde, gen aktarımının önüne geçmek için yapıldığını söyler) engellilere “itlaf” programı uygulattı.
İnanın ki mevcut sistem, böyle bir program uygulamayı düşünürse, ilk gönüllü ben olacağım. Sayın yöneticiler, sizlerden empati, lütuf beklenilmiyor. Sosyal bir devlete yaraşır şekilde, sadaka kültürü damgası vurulmadan, mucip adımların atılması isteniliyor.
Belli günlerde engellilerle ilgili etkinliklerde, olayın sempatik ikmaline dayalı fotoğraflara girip, bir kaç vitrin yüzle birlikte görünerek inanın bu sorun hallolmuyor. Sizin belki vicdanınız rahat ediyordur ama öte yandan birçok engellinin durumu zor şartlar ihtiva ediyor.
Çok zor olduğunu sanmıyorum, samimiyetsiz biçimde ele alınan bu zorlukları bertaraf etmeyi. İncelendiği zaman, “Kamusal Alanda Erişilebilrilik” kavramı anayasal olarak kanunlarla belirlenmiştir.
Bu çerçevede hareket edildiğinde, yani kanunlara uygun bir uygulama ile soruna yaklaşıldığında, Türkiye’de engelli sorununun kalmaması lazım. Sistem, engelli istihdamına yönelik kotalar koyar, kendi uymaz.
Engellilerin günlük yaşamda erişilebilirlik yönündeki aksaklıkların giderilmesi için adımlar önerir, kamu binalarına giremezsin. Seyahat özgürlüğün için gerekli kanunlar çıkarır, toplu taşım araçlarına binemezsin. Pozitif ayrımcılık diye bir yaklaşımda bulunur, konuyu dile getirmek istediğin memur sana vebalıymışsın gibi bakar.
Ama benim açımdan en itici söylemlerden bir şudur; sayın idareciler söze başlarken “hepimiz bir engelli adayıyız” demiyorlar mı…
Orada tıkanıyorum işte. Sanırsın ki , o an o güruhla bütünleşiyor, hem hal oluyor, sorun görünmez hale geliyor. Bence sadece vicdani masturbatif bi haldir bu.
Samimi olalım şimdi. Ülkemizde engelli sorunu var mı, yok mu? Birçoğumuz bunun cevabını biliyoruz. Belki de yaşıyoruz. Benim merak ettiğim şu; kendini kanunlardan üstün gören bu zihniyet, nasıl oluyor da bir hukuk sisteminde bu kadar dokunulmaz ve sorgulanmaz olabiliyor?
Öyleyse, “Vur beline kazmayı”