Yerel seçimlere bir aydan az bir zaman kala tüm siyasiler 31 Marta kilitlendi.
İktidarın değişmesini sağlayacak bir genel seçim olmamasına karşın, bu yerel seçim sonuçları birçok siyasi partide dengeleri değiştirecek.
Bunu bildikleri için liderler ve çevresindeki kadrolar, daha çok parti içi iktidarı güçlendirmenin hesaplarını yapıyorlar. Aday belirlemede de bu düşünce egemen oldu ve yarın kendilerine parti içerisinde rakip olabilecek güçlü kişileri mümkün olduğunca elemeye, aday göstermemeye çalıştılar.
Oysa şu bir gerçek, seçim sonuçları nasıl olursa olsun, 1 Nisan Türkiye siyaset tarihinde bir dönemeç olacak.
Çok partili sistemden, giderek iki ya da üç partili bir sisteme geçişin izlerini taşıyan bu siyasi atmosfer, çok sürprizlere gebe görünüyor.
O nedenle, önümüzdeki günlerde değişecek bu yeni siyasal yapıya uygun pozisyon alması gereken siyasiler, henüz bunun pek farkında değiller gibi.
Farkında olanlar da daha şimdiden rakiplerini ekarte etmek için güç depolamaya çalışıyorlar.
Öyle sanıyorum, Türkiye belki de tarihinin en renkli ama bir o kadar da önemli seçimini yapıyor.
31 Martı kazasız atlatabilmek uğruna, pek de ilkeli olmayan, günü kurtarmaya yönelik yapılan ittifak ve işbirliklerinin kalıcı olup olmayacağını da seçim sonuçları belirleyecek.
Eğer Cumhur ittifakını geriletebilecek etkide bir seçim başarısı kazanabilirse, Millet ittifakını daha ilkeli ve pratik temellere oturtacak bir işbirliği ve hatta yeni siyasi organizasyonlar gündeme gelebilir.
Örneğin; İstanbul ya da Ankara Büyükşehirlerinden birini CHP alırsa, hele de buna Adana, Mersin, Antalya, Bursa gibi bazı iller katılabilirse, en azından Cumhur ittifakı yeniden sorgulanır hale gelecektir. Bu başarılamaz ve hatta, CHP nin elindeki Muğla, Aydın, Eskişehir gibi önemli kalelerden biri kaybedilirse; işte o zaman Millet ittifakı ve özellikle de CHP de kazan kaynamaya başlar.
Bu nokta da HDP nin demokrasi adına yaptığı koşulsuz desteği çok doğru okumak gerekir. Bugün iktidar bloğunun geriletilmesi adına; Selahattin Demirtaş’ın deyimiyle “stratejik oy kullanacak” olan HDP ye yakın görünmekten bile korkan, mahcup, utangaç tavırlarla onları görmezden gelen muhalefet partilerinin öyle sanıyorum bir kez daha kendilerini sorgulamaları gerekiyor.
“Bizim sizin oyunuza ihtiyacımız yok, zaten bizi desteklemek zorundasınız” türünden üstenci ve siyasi etiğe hiç yakışmayan bir tavır takınanlar kadar, “HDP yerine MHP kazansın “ diyenlere inat, HDP gerçekten çok stratejik bir tavır sergilemiştir.
Ama hiçbir siyasi parti bunu, mecbur kalındığı için kendilerine sunulmuş bir destek olarak algılama hakkına sahip değildir.
HDP nin bu tavrı demokrasi ve özgürlük mücadelesine yönelik önemli bir katkıdır.
Batıda kimi seçmen çevrelerinde kendi adaylarını çıkardıklarında, onları hainlikle suçlayan sözde devrimcilerin, şimdi adaylarını geri çekince HDP ye övgüler düzen ikiyüzlülüğünü anlamak mümkün değil.
İktidar partisi ve yandaşlarının cumhur bloğunun oylarını” konsolide etme” çabalarını ve HDP dahil tüm muhalefeti neredeyse terör örgütüyle bağlantılı göstermesi, seçime yönelik bir taktik olarak anlaşılabilir bir durum.
Ama anayasal çerçevede kurulmuş, seçimlere girme, demokratik siyaset yapma hak ve yetkisi olan bir siyasi parti ve ona oy veren 6 milyonun üzerinde yurttaşı yok sayan zihniyetle aynı dili kullanan, onlarla birlikte anılmaktan bile çekince gösteren sözde muhalefet, seçimler sonrası bu politikalarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaktır.
Demokrasi hepimiz için önemli ve gereklidir. Ancak bu” kendine demokrat” solculardan da, gerçek anlamda inançlı, muhafazakar, milliyetçi insanlar hariç, “sözde Müslümanlardan” da bu ülke çok çekti. Şimdilik AK Parti ve MHP ağırlıklı Cumhur ittifakı seçimler sonrası siyasette milliyetçi-muhafazakar kesimin temsilcisi olarak siyaset sahnesindeki yerini koruyacak gibi görünüyor.
Asıl sorun; üreten, tüketen, yoksul emekçi kitlelerin, köylünün, memurun, esnafın, emeklinin haklarını savunacak bir kitle partisinin eksikliğini kim giderecek?
Sermaye ve finans çevreleriyle kurduğu girift ilişkilerden sonra CHP nin bu boşluğu doldurması pek mümkün görünmüyor. Hatta devrimci-demokrat-ilerici kesimlerin örgütlenmesinin önünde neredeyse engel durumundadır.
İçinde sosyalistlerin, barışseverlerin, demokratların, sosyal demokratların ayrımsız temsil edileceği gerçek bir emek partisine ihtiyaç var.
1 Nisandan sonra tüm yurtseverlerin yeni siyasal döneme göre kendilerini hazırlaması, önyargıları ve eski, köhnemiş klasik siyaset tarzını bırakıp, yeni bir siyaset tarzının oluşması için çaba göstermeleri gerekecektir.
Ne demiş Mevlana;” Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
AYHAN ONGUN (Gazeteci-Yazar) 05.03.2019 / BODRUM