Zalimcan hışımla girdi odamdan içeriye. Öfkeli mi, ağlamaklı mı anlayamadım ama sakinleştirmek için bir bitki çayı hazırladım.
Mazı’da rüzgar enerji santrali (RES) kurulması için Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) süreci başlamış. Tam 10 adet türbin yapılacakmış ve alanın % 97’si orman, geri kalanıysa tarlaymış. Ama bunları anlatırken burnundan soluyordu.
Yahu bu, 2021 yılında yangından çekip aldığımız ve gözümüz gibi baktığımız ormanlarımıza 2023 yılında yapılan ÇED toplantısı sonucu geri püskürttüğümüz girişim değil mi ? “Evet” dedi Zalimcan. “Sen püskürttük diyorsun ama adamlar yememiş içmemiş, temcit pilavı gibi yine getirip koymuşlar önüne”. Bir an durdum ve son zamanlarda doğal çevremize yönelik yaşanan saldırılar geçti gözümün önünden.
Daha yeni Bodrum ve Milas İlçeleri, Mazı, Demirciler ve Gökpınar Mahallesi sınırları içerisinde, yapılması planlanan “Rüzgar Enerji Santrali (23 Adet Türbin)” projesine “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” Kararı verilmedi mi ? Daha dumanı üstündeyken davalar açılıyorken bu da neyin nesi şimdi ? Dereköy’e kurulmak istenen rüzgar türbinlerine karşı duruşumuzun şarkıları dilimizde kurumadı daha.
Zalimcan, topraklarını savunan köy halkının yetkilendirmesiyle, Bodrum’un doğasına karabasan gibi çöken girişimlere karşı savaşırken, bir anda kendini Mahkeme Heyetinin önünde bulan Avukat Remzi Kazmaz’ın kararlı duruşundan bahsetti. Adaleti savunurken savunulmaya mecbur bırakılan Bodrum doğasının aktivist gönüllü Avukatı, hukuk fakültelerinde ders niyetine okutulacak savunmasını yaparken çok etkilenmiş. Bu bizim Zalimcan’ın her şeyden haberi var. Bütün duruşmayı anlattı bana.
Aslında okurlarımız bilir ki ben Pazar günleri yazarım. Ama gelişen bu enterasan durum karşısında, üstelik tam da Deştin’de yapılmakta olan “Uluslararası Deştin Kültür ve Doğal Yaşam Festivali”ne katılmanın arefesinde yazmak istedim ki, doğamıza yönelik olumsuz bakış açısına karşı nasıl topyekün davul ve zurna ile karşı durulduğu, görülsün ve bilinsin istedim. Sıcağı sıcağına yani.
Gerçekten akılla ve bilimle izah edilebilir bir durum değil bu yaşananlar. Sımsıkı orman alanlarımızdaki ağaçları keserek yapılmak istenen beş yıldızlı oteller, var olanlar yetmediği için ormanları yok ederek büyütülmek istenen lüks konaklama tesisleri, Deştin gibi yerlerde yapılmak istenen çimento fabrikaları, Iassos (Kıyıkışlacık) gibi 3500 yıllık tarihin orta göbeğine yapılmak istenen 4 tane yat limanı ve bir tane maden yükleme limanı, en güzel doğal alanlarımıza kondurulmaya çalışılan rüzgar enerji santralleri, kömür çıkaracağız diye katledilen Akbelen ormanları.
Daha Yatağan’daki, Milas’taki, Bafa Gölü’nün kenarında bulunan 8000 yıllık Kral Yolu ve antik kentleri etkileyecek maden ocaklarını, Karadeniz derelerinde kurulan ve her gün sayıları artan hidroelektrik santrallerini, arsız ve acımasız maden ocaklarını, Kaz Dağlarındaki altın madeni ocaklarını ve diğer çılgın projeleri saymıyorum bile. Sırf Bodrum yarımadasına yöneltilen katliam niteliğindeki girişimler bile yetti canımıza.
Örneğin Karadeniz’de sonbaharda ağaçların yaprakları, çürüyüp döküldükten sonra ormanlardan süzüle süzüle gelen derelerle denize taşınır, denizdeki planktonlar bunlarla beslenir. Bu planktonları, geceleri karnını doyurmak için yüzeye çıkıp karaya yanaşan hamsi yer. Bu besin zincirini bozmak için derelere hidroelektrik santralleri (HES) kurarsanız, hamsi beslenemez ve Karadeniz’in karşı kıyısından hamsi gelse de yesek diye bakarsınız. Hatta biraz daha ısrar ederseniz, çocuklarınıza hamsiyi ansiklopedilerde gösterirsiniz. Hamsiyi boyuna bakıp küçümsemeyin. Karadeniz’de “balık” ayrı, “Hamsi” ayrıdır. Hamsiye balık denmez, o başlı başına Hamsidir. 40 çeşit yemeği yapılır. Baş ağrısına, diş ağrısına, gönül yarasına, felek tokadına birebir gelir Karadeniz’li için.
Ama bizim Tarım Bakanlığımız ne yapar biliyor musunuz ? Bir yandan hamsi için av yasağı ilan ederken, diğer yandan Karadeniz derelerine 1700’den fazla hidroelektrik santral kurma lisansı dağıtır. Nasıl akıl ama ? Her yanı denizle çevrili Bodrum yarımadasının son süngercisi Aksona Mehmet, deniz dibinde sünger kalmadığını ve denizin çölleştiğini söylüyor. Duyan var mı ? Çok.. Bir şey yapan var mı ? Bir avuç gönüllü tarafından ufak tefek deniz dibi temizliği çabasından başka yok..
Aslında temiz bir enerji kaynağı olan rüzgarı elektriğe çevirme projeleri dünyanın bir çok yerinde kullanılmaktadır. Ama dikkat edilmesi gereken çok önemli çevresel etkileri olmaktadır. Örneğin yerleşim yerlerine yakın kurulursa, gürültü kaynağı olur ve manyetik alanları bozar, cep telefonlarını kullanamazsınız. Bunun yanında göçmen kuşların göç yolları üzerindeyse, onları olumsuz etkiler ve yarattığı rüzgar anaforundan dolayı ölmelerine bile neden olabilir. Oluşturduğu rüzgar koridorları yüzünden yangın söndürme uçakları ve helikopterleri olumsuz etkiler. Hatta savaş uçaklarının bile manyetik alanını ve alçak irtifa uçuş güvenliğini olumsuz etkilediği bilinmektedir. Dolayısıyla temiz enerji elde etmek adına doğaya savaş açan bir nitelikte kullanılmamalıdır. Yoksa hiç kimsenin enerji elde etmeye itirazı yok. Ama bir şey yaparken, bir şeyleri bozmanın da alemi yok.
Şimdi durum buyken, yaşam alanlarımıza yapılan saldırılar karşısında seyirci mi olacağız ? Hayır tabiki. Akılla, bilimle, hukukla, vicdanla, hep birlikte karşı çıkacağız. Sesimizi duyuracağız. Bir araya gelip yaşamımızı, geleceğimizi koruyacağız. Akbelen’de olduğu gibi, Artvin’de, Hopa’da, Kaz Dağlarında olduğu gibi.
Türkiye Cumhuriyeti kuruldu kurulalı, doğal yaşam alanlarına yönelik böylesi bir hoyrat saldırıya tanık olunmamıştı. Türklerin kadim kültüründe doğaya karşı duyulan saygı, bu kadar örselenmemişti. Siz hiç İslam dininin Peygamberinin; “kıyametin koptuğunu görseniz bile elinizde fidan varsa dikiniz” demesini, çağ kapatıp çağ açan Fatih Sultan Mehmet’in; “ormanlarımdan bir yaş dal kesenin başını keserim” sözlerini duymadınız mı ? Allah aşkına siz hangi dine, hangi ahlaka, hangi vicdana, hangi hukuka, hangi bilime uydurabiliyorsunuz bu kırıp döken vandal saldırılarınızı ?
Ülkemin ve Bodrum’un üstünden çekin sahte bir yeşile boyadığınız kirli ellerinizi. Dokunmayın yaşam alanlarımıza ki, yağmurlarımız da yağabilsin, kuşlarımız da uçabilsin, topraklarımızdan da ürünler çıkabilsin, arılarımız da bal yapabilsin, balıklarımız da yüzebilsin.
Zalimcan’ı da alıp Deştin’e götüreceğim bugün. Ağacımızla, çiçeğimiz böceğimizle, davulumuz zurnamızla, el ele ve omuz omuza nasıl da yeni baharları karşılayacağımızı göstereceğiz cümle aleme. Hep birlikte tüm bu kara bulutları gömeceğiz Bodrum Mavisine. Sarı Yazın hüzzam akşamlarında dalacağız denizlerimize ve yıkayacağız güneşimizle yemyeşil kokan ellerimizi.
Sağlıkla kalın…