Rahmetli Mehmet Ali Birand, 13 Ocak 2000 tarihinde Posta gazetesinde kaleme aldığı yazısının bir bölümünde; Viyana’da katıldığı Türkiye konulu uluslararası bir konferanstan söz ederek şunları ifade etmişti:
“Türkiye’siz Balkanlar rahat nefes alamaz. Ankara ile belirli bir uzlaşıya varmadan, Irak-İran-Suriye üçgeninde barış kurulamaz. Ege ve Akdeniz, Türkiye’nin net katkısı sağlanmadan sükûnete kavuşamaz. İşte bunlardan dolayı da, bize her kafamıza eseni artık yaptırmayacaklar. Avrupa Birliği, Uluslararası Para Fonu kuralları ortaya koyacak. Bizler de bu kurallar çerçevesinde oynayacağız. Bir konuşmacının dediği gibi, ‘Türkiye, sadece Türklere bırakılmayacak kadar önemli ve değerli bir ülke’ durumuna girdi.
Yukarıdaki paragrafın son bölümünde yer alan ‘Türkiye, sadece Türklere bırakılmayacak kadar önemli ve değerli bir ülke’ ifadesi Birand’ın yazısında kimin tarafından sarf edildiği ifade edilmese de, Türkiye Cumhuriyetinin bugün içinde bulunduğu makus kaderin kısmen de olsa tarifidir.
***
Yukarıdaki sonucu hizmet eden birçok kriter olsa da en önemli sebeplerinden biri, Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten yani kurucu lider Osman Gazi ve soyundan gelen padişahların yaptığı tercihlerdir.
Makus kaderimizin önemli gerekçeleri arasında;
-Devletteki yönetim erkinin sorunsuz devamı için padişahların Türk Boylarının kadınları yerine, o günkü şartlarda savaş ganimeti sayılan farklı ırklardan olan devşirme kadınların oluşturduğu haremi tercih etmeleri,
-Bürokrasi ile ordunun; özellikle Balkan savaşlarında esir olarak alınan devşirme Hristiyan çocuk ve gençlerinin oluşturduğu sisteme teslim edilmesi,
-Ticaretin oluşması, şekillenmesi ve genleşmesinin tamamen başta Yahudiler olmak üzere azınlıkların kontrolüne bırakılması,
-Gelenek ve göreneklerinden hızla uzaklaşan Türklerin, 3. Abbasi Halifesi olan Mehdi zamanında (MS 785) İslam dini ile ilk etkileşime girmesi de diğer önemli bir kriterdir.
Kısacası; Osmanlı Devleti’nin içerisinde o günlerde olan durum bugünlerde de devam ediyor. Yüzlerce yıldır uygulanan yöntemler, kodlarımızda oluşan erozyonu hızla arttırıyor.
Ha bu arada akıllara gelen tek Türk kadın, Osmanlı Devleti’nin kurucu lideri Osman Gazi’nin eşi, Şeyh Edebali’nin Türkmen kızı Râbia Bala Hâtûn’dur.
***
Osmanoğlu ailesinin kurduğu devletin bu tercihleri, Anadolu’ya dağılmış Türk boylarının tamamına yakınını dağlarda Yörük hayatına mahkum etmiştir.
Bugünde yaşanmaya devam eden bu makus kaderin elleri hala yakamızdadır. Dağlarda düne kadar Yörük olarak yaşayan Türkler şimdilerde; kentlerin işçisi, hizmetlisi, emeklisi yani çağdaş marabasıdır.
Bu kadar sözü niye mi ettik;
Hali hazırda ulusal siyasette dayatılanlarının büyük bir bölümü devşirme, kısa bir dönem öncesine kadar ordumuzun hali malum, finans sistemimiz tamamen yabancıların elinde, aklımızda cemaatlere, cemiyetlere kiralanmış durumda..
Oyun yenilenen versiyonlarla devam ediyor.
Bu devletin ve toprakların gerçek sahipleri bizlerde; birbirimizi ötekileştirerek, hakaret ederek, ipteki cambazları ve “Büyük Oyunu” seyrederek yaşamı tüketiyoruz.
***
Oyunun senaristleri; topraklarımızın ve devletimizin önemini; kurdukları, ‘Türkiye, sadece Türklere bırakılmayacak kadar önemli ve değerli bir ülke’ cümlesiyle ve uyguladıkları yöntemlerle ortaya net bir şekilde koyuyorlar.
Ne yapmamız gerektiğini sorgulamaya, tartışmaya çok da gerek yok aslında..
Kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk, “Nutuk” ve “Gençliğe Hitabe” de durum tespitini ve neyi, nasıl yapacağımızı tarif etmiş.
Duruma neresinden bakarsanız bakın, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur..