arena haber arena bodrum haber arena bodrum gazetesi bodrum haber bodrum haberleri bodrum gazeteleri bodrum yerel haber bodrum güncel haber bodrum gündemi bodrum haber siteleri bodrum kent haberleri bodrum sağlık bodrum eğitim bodrum asayiş bodrumspor bodrum güncel bodrum yerel gazeteleri bodrum belediyesi bodrum kaymakamlık bodrum devlet hastanesi bodrum kültür sanat haberleri bodrum ekonomi bodrum turizm bodrum gazeteleri
DOLAR
34,7297
EURO
36,5521
ALTIN
2.958,29
BIST
9.827,23
Bodrum Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bodrum
Hafif Yağmurlu
12°C
Bodrum
12°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Az Bulutlu
13°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
11°C
Cuma Hafif Yağmurlu
12°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
12°C

Canımın İstediği Gibi Yazarım…

“İstediğimi yaparım arkadaş, mal benim değil mi ?” Çok duymuşuzdur bu cümleyi. Hatta biraz daha ileriye gidersek; “niye buraya bina yaptın arkadaş ?” diye sorsanız, “tapusu benim sana ne” cevabını alırsınız. Evet 18. yüzyıl ortalarından itibaren gelişmeye başlayan kapitalist ekonomi ve endüstri devrimine uyarlı klasik mülkiyet anlayışında mülkiyet kavramı, “sahip” ile “şey” (eşya, mal, mülk vb) arasındaki bir ilişki olarak nitelendiriliyordu.

Mülkiyet hakkı, sahibine eşya üzerinde mutlak, sınırsız ve doğrudan doğruya yetkiler sağlayan bir haktı. Nitekim Osmanlı döneminde, doğru dürüst bir imar düzeni olmadığı için, “komşunun rızasını almak kaydıyla” isteyen istediği yerde, istediği gibi bina yapabiliyor ya da binasını değiştirebiliyordu. Gezerken çok hoşumuza giden Osmanlı kentlerindeki çıkmaz sokaklar, bu düzenin bir sonucudur.

19.Yüzyılda, sanayi devrimi ile hız kazanan kentleşme ve sanayileşme, böylesi bir klasik mülkiyet anlayışı içinde, çok sağlıksız, kaotik kentsel ortamların oluşmasına, çeşitli toplumsal ve ekonomik sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum, devletin özel mülkiyet sahasına gittikçe artan karışmasını gerektirmiştir.

Önce sahip ile eşya arasındaki mülkiyet ilişkisinin yakın çevreyi de ilgilendirdiği, dolayısıyla komşuya karşı yükümlülüklerin bulunduğu kabul edilmiştir. Giderek bu ilişki içinde “toplum” da yer almıştır. Diğer bir deyişle toplum, sahibin bir hak olarak korunan çıkarlarına saygı göstermeli ama sahip de kendisine “hukuk düzenince” sağlanan yetkileri, toplumun zararına kullanmamalıdır.

İdare Hukuku bakış açısıyla Toplum Yararı ile Kamu Yararı aynı şeyler değildir. Toplum yararı; mülkiyet hakkının, toplumun varlığını sürdürebilmesi için sınırlandırılması olarak tanımlanabilir. Kamu yararı ise, teknik ve dar anlamda, bir idare hukuku kavramıdır. İdarenin iyiliğini ifade eder, bunda toplumun tamamının iyiliği bulunmayabilir. Örneğin, bir kamu kurumunun kıyıya bir tesis yapmasında (moral eğitim merkezleri gibi) yalnızca ilgili kamu kurumunun yararı vardır. Çünkü toplumun tamamının, o tesisi özgürce kullanmasına izin verilmez. Biz bu hukuki kavramları tartışıp kafamızı karıştırmayalım ve tamamına “Kamu Yararı” diyelim isterseniz.

“Komşu, komşunun külüne muhtaçtır” tabi ama, komşunun yaptığı kaçak bina ya da kaçak kat, toplumun yararına bir sonuç doğurmuyorsa, o zaman kamu düzeni adına yetkili birimlerin müdahalesi mümkün olmalıdır. Yaşadığımız şehirlerde bu yetki ise belediyelerdedir. Derken Zalimcan hemen söze karıştı. “Sen böyle akademik edayla atıp tutuyorsun da, çık şu yaşadığın şehre bir bak bakalım. Kamu düzenini önemseyen var mı, kamu kurumları gerekli müdahaleleri yapıyor mu ?”.

Kamu düzenini önemsemeyenlerin olduğu tartışmasız ama, kamu düzenini sağlamakla görevli yetki makamlarının da elini kolunu bağlayan bir dolu faktör var. Toplumun hukuksuzluğu bir düzen olarak benimsediği bir yerde, yetkili kamu kurumları hukuka uygun davranmak zorunda kalınca, ortalık böyle karmakarışık oluyor maalesef.

Kamu kurumları her konuda hukuka uygun davranıyor mu, o da ayrı bir tartışma konusu elbette. İyi de kamu kurumları dediğiniz yani devletin organları kimler ya da neler ? Bu toplumun içinden çıkan insanların oluşturduğu bir düzen değil mi ? Çoğumuz yaşıyoruz işte, herhangi bir kamu kurumuna gidip bir talepte bulunduğumuzda aldığımız cevap (tanıdık aracılığı ile gitmemişseniz); “kurallar böyle, talebiniz karşılanamamıştır”.

Neyse biz Zalimcan’ın tuzak sorularına takılıp konudan uzaklaşmayalım. Bodrum’daki kıyıların kullanımının, “kamu yararı adına” bir şirkete kiralanması sizce toplumun tamamının yararına olabilir mi ? Hadi bir başka örnek; kamu yararı içeriyor diye herhangi bir belediye kaçak yapı yapabilir mi ? (gülme Zalimcan).

Bir kentteki arsa ve arazilerin nasıl kullanılacağına ilişkin kararlar imar planları ile verilir. O yüzdendir ki imar planları kamu yararı içeren hukuki belgelerdir. Örneğin imar planlarıyla, doğadaki diğer canlıların sağlıklı yaşamasına olanak tanınması, mülkün estetik nitelikli kullanılması, kullanım biçimi, eni, boyu ve genişliği sınırlandırılabilir hatta yapı yapılıp yapılamayacağına ilişkin bile karar verilebilir.

Kamu yararına yaptığımız imar planları, canı isteyenin, canı istediği gibi değiştirilebilir mi ya da uygulanabilir mi ? Mümkün değil. Örneğin “Bodrum, Türkbükü Doğusu Turizm Merkezi, Çomça Mevkii, IV. Etap Koruma Amaçlı İmar Planı”nı yapıp, bu imar planında da “Orman Alanı” olarak ayırdığınız yeri değiştirip “Turizm Tesis Alanı” yapabilir misiniz ? Hayır. Bunda “Kamu Yararı” bulabilir misiniz ? Hayır. Peki itirazınızı ciddiye alan olur mu ?

Zalimcan sözümü kesip bir örnek verdi tam burada. Bizimki Tayland’ta incelemelerde bulunmuş. Oradaki kıyı kesimlerinde hiç imar planı falan yokmuş. “Nasıl yani” dedim doğal olarak. Denizin gel-git hareketleri incelendikten sonra, suyun uzun yıllar boyu ilerleyebildiği en son noktayı işaretlerlermiş. Bu noktadan itibaren kara yönüne doğru 20 m.lik alanda kulübe bile yapmazlarmış ki herhangi bir deniz hareketinde zarar görmesinler. Sonraki 50 m.lik alanda en fazla 1 katlı beton kullanmadan yapı yapılabilirmiş. Sonraki alanda ise herhangi bir kat sınırlaması olmazmış ama hiçbir insan yapısı, çevresindeki Hindistan cevizi ağacının boyunu geçemezmiş. Geleneksel Budist evleri ise, ahşap kolonlar üzerine zeminden bir miktar kaldırılırmış. Çünkü Buda demiş ki; “bir ev yapacaksınız diye, toprakta yaşayan diğer canları öldürme hakkınız olmamalı”.

Bir an düşündüm. Biz de Bodrum’da kadim kültürün bize bıraktığı izleri referans alsak, doğanın çizdiği sınırlara dikkat etsek, derelerimizi betonla doldurmasak, mandalin bahçelerimizi içinde basit konaklama yapacak kadar bir yapılaşmayla koruyabilsek, nasıl olurdu acaba ?

Yok ben en iyisi biraz hava alayım dedim ve girdim Zalimcan’ın koluna. Usulca kulağıma fısıldayışını da paylaşmak isterim sizinle. “Denizin ortasında bir gemi, geminin dümeninde bir deniz.. Denizin ortasında bir yosun, yosunun altında bir balık.. Yalnızlığın ortasında bir Bodrum, Bodrum’un içinde bir efkar.. Bu ne yaman bir zor.. Zorun içinde bir ben, benim içimde koca bir deniz..”

Sağlıkla kalın..

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.